E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Pamukkale University Journal of Engineering Sciences - Pamukkale Univ Muh Bilim Derg: 24 (6)
Volume: 24  Issue: 6 - 2018
1.Cover-Contents
Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Dergisi
Pages I - VIII

2.Settlements Hazard of Soil Due to Liquefaction Along Tabriz Metro line 2
Masoumeh Ghasemian, Rouzbeh Dabiri, Rahim Mahari
doi: 10.5505/pajes.2017.10336  Pages 942 - 951
After the occurrence of liquefaction due to earthquake, the settlement of soil layers damage to structures located on the ground or the underground. In the last two decades, different experimental methods were used to determine the rate of volumetric strain (settlement) and maximum shear strain based on field and laboratory test data. The main purpose of the present study is the evaluation of the rate of settlement after the occurrence of liquefaction in soils and study relationship between liquefaction potential index (LPI) and settlement. The results of the standard resistance penetration test along Tabriz Metro Line 2 used to estimate the liquefaction potential of soil layers in 54 boreholes. Then, the value of settlement in soil layers due to liquefaction in both dry and saturated soil layers were evaluated. In continue, LPI was calculated. The results of this study showed that the rate of settlement in saturated soil layers was remarkably higher than the layers above the underground water level and with an increase in the density of the soil layers, the rate of settlement and soil volumetric strain decreased. Also, there is a good adoption between LPI and settlement values in soil layers.

3.Modelling soil water movement under unsaturated conditions with the Modified Cubic B-Spline Differential Quadrature method
Emin Çiftçi
doi: 10.5505/pajes.2017.99705  Pages 952 - 959
Bu çalışma, toprak suyunun doymamış bölgedeki hareketinin Modifiye Kübik B-Spline Diferansiyel Kuadratur yöntemi ile modellenmesi üzerine kurulmuştur. Toprak nemi hareketini tanımlamak için hidrojeoloji alanında sıklıkla kullanılan Richards denkleminin sayısal çözümü irdelenmiştir. Bu denklemde yer alan parametrelerin konum türevlerini hesaplayabilmek için diferansiyel kuadratur yöntemi, problemi zamanda ilerletebilmek için 4. Mertebeden Runge-Kutta yöntemi kullanılmıştır. Geliştirilen modelin verdiği sonuçların doğruluğunun ölçülebilmesi için farklı sınır koşullarına sahip üç örnek uygulama ele alınmıştır. Elde edilen sonuçlar mevcut analitik ve diğer sayısal yöntemlerin verdiği sonuçlarla büyük tutarlılık göstermektedir. Etkili, basit, verimli, kolay uygulanabilir ve yüksek doğrulukta sonuç veriyor oluşu, ele alınan yöntemin bu tip problemlerin sayısal çözümü için uygun bir tercih olabileceğine işaret etmektedir.
This study focuses on modelling moisture movement in the unsaturated soil zone with the use of the Modified Cubic B-Spline Differential Quadrature method. The numerical solution of the Richards Equation, which is commonly used in the field of hydrogeology for describing soil moisture movement, was investigated. The differential quadrature method was employed to evaluate the spatial derivatives of the equation variables, and the 4th order Runge-Kutta Method was used to march the solution in time. To verify the accuracy of the developed model, three test cases having different boundary conditions were taken into consideration. The retrieved results are seen to be in good agreement with the values provided by the analytical and other available numerical techniques. On account of its simplicity, efficiency and high accuracy, this method can be an appropriate option for the numerical solution of this type of problems.

4.The Effect of Curvature on Transient Analysis of Laminated Composite Cylindrical Shells on Elastic Foundation
Ali Doğan
doi: 10.5505/pajes.2017.60476  Pages 960 - 966
Bu çalışmada, elastik zemin üzerine oturan basit mesnetli antisimetrik çapraz-katlı dizilimli tabakalı kompozit silindirik kalın kabukların (LCS), zorlanmış titreşim analizi üzerine eğrilik oranının etkisi sunulmaktadır. Bu analizlerde, zemin iki parametre ile modellendi. Bu modeller Pasternak ve Winkler modelleridir. Hamilton prensipleri ile elastik zemin üzerindeki tabakalı kompozit dikdörtgen kabukların hareket denklemleri elde edilmiştir. Analizler, Laplace alanında elde edilmiştir. Modifiye Durbin yöntemi ile çözümler Laplace alanından zaman alanına dönüştürülmüştür. Sayısal sonuçlar grafikler şeklinde sunulmuştur.
This study presents the effect of curvature ratio on transient vibration analysis of simply supported antisymmetric thick cross-ply laminated composite shells (LCS) on elastic foundation. In the analysis, the foundation is modeled with two parameters. These models are Pasternak and Winkler models. The equation of motion for laminated rectangular shells resting on elastic foundation is obtained through Hamilton’s principle. The analysis is achieved in Laplace domain. By using modified Durbin’s algorithm, calculations are transformed from Laplace domain to the time domain. The numerical results are presented in the form of graphics.

5.Experimental investigation of sandy loam soil erosion on a 45-degree slope under the effect of groundwater flow
Onur Akay
doi: 10.5505/pajes.2017.29863  Pages 967 - 973
Yeraltı suyu akımları doğal şevlerde toprak kaymasına; toprak dolgu şevlerde ve barajlarda da sığ ve derin kayma yüzeyli göçmelere yol açan erozyonun başlıca etkeni olabilmektedir. Bu çalışmada, yeraltı suyu akımı kaynaklı erozyon mekanizmaları kumlu tın toprak kullanılarak inşa edilmiş üç-boyutlu fiziksel şev modeli ile incelenmiştir. Bu amaçla, laboratuvarda 100 cm uzunluğunda, 50 cm genişliğinde ve 60 cm yüksekliğinde bir erozyon kanalı inşa edilmiştir. Homojen bir kumlu tın fiziksel modeli elde edebilmek için 45 derecelik yüzey açısında sahip olan şev 2.5 cm yüksekliğinde basamaklar halinde kontrollü olarak sıkıştırılmıştır. Yeraltı suyu erozyon kanalının bir tarafında bulunan su haznesinde uygulanan 50 cm-su piyezometrik yük altında oluşturulmuştur. Su haznesinden (memba) akışa geçen yeraltı suyu erozyon kanalının diğer tarafındaki şev yüzeyinden (mansap) sızma suyu olarak çıkış yapmıştır. Toprak partikülleri doygun durumdaki şev yüzeyinden çıkış yapan sızma suyu tarafından sürüklenmiştir. Sızma suyu erozyonunun oluşturduğu oyuk deney süresince memba kesimine doğru toprak kaymaları ile ilerlemiş ve yüksekliği deney sonunda şev kretine kadar ulaşmıştır. Şev erozyonunun kararlı akım durumundaki boşluk-suyu basınçlarına bir etkisi olmamıştır.
Groundwater flow is considered as a major contributor for erosion that may result in landslides of natural hill slopes and shallow and deep-seated failures of engineered embankments. In this study, erosion mechanisms of a sandy loam slope due to groundwater flow were investigated using a three-dimensional physical model. For this purpose, an erosion flume with dimensions of 100 cm long, 50 cm wide and 60 cm high was constructed in the laboratory. The physical slope model with a 45 degree slope angle was compacted in 2.5 cm lifts to obtain a homogenous sandy loam slope. The groundwater flow was generated under a piezometric head of 50 cm-water that was applied at the water reservoir located at one end of the erosion flume. The groundwater flow directed from the water reservoir (upstream) seeped out of the slope surface at the other end of the flume (downstream). Soil particles became entrained in the seepage flow that exfiltrated the slope surface at the saturated zone. The extent of the cavity due to seepage erosion progressed upstream via sapping during the experiment and the height of the cavity reached the crest of the slope at the end of the experiment. Seepage erosion did not affect the steady-state pore-water pressures.

6.Investigation of Rainfall Intensity Series of Standart Duration with Trend Analysis Methods
Utku Zeybekoğlu, Halil Karahan
doi: 10.5505/pajes.2017.54265  Pages 974 - 1004
Dünya ekosistemindeki olumsuzluklar ve küresel ısınma günümüzde insanlığın en önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır. Küresel ısınma, buzulların erimesi, deniz suyu seviyesinde yükselme ve yağışlardaki düzensizlikler bu problemlerin varlığını gözler önüne sermektedir. Yağışlardaki düzensizlikler mevcut ve planlanan su yapıları açısından büyük önem arz etmektedir.
Ülkemizde son zamanlarda; uzun yıllarda ölçülen yağış ortalaması verilerindeki düzensizlikler, azalmalar ve yağış şiddetlerindeki düzensizlikler sık sık görülmektedir. Bu bulgular Türkiye’nin de ekosistemden ve küresel ısınmadan farklı boyutlarda etkilendiğini göstermektedir.
Çalışmada, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden temin edilen gözlem süresi 20 yıldan fazla olan Türkiye’deki 206 gözlem istasyonuna ait Standart Sürelerde Gözlenen Maksimum Yağış Verilerinden elde edilen Standart Süreli Yağış Şiddeti Verileri kullanılarak istasyonlardaki yağış şiddetlerinin eğilimleri tespit edilmiştir. Eğilim tespit edilirken Mann Kendall ve Spearman’ın Rho, baskınlık belirlemede ise Yenilikçi Eğilim Çözümlemesi yöntemleri kullanılmıştır.
İstasyonlara ait verilerdeki her bir standart süre için Mann-Kendall ve Spearman’ın Rho eğilim belirleme yöntemleri ile eğilimler, yenilikçi eğilim çözümlemesi kullanılarak veri setlerindeki baskınlık belirlenmiştir. Belirlenen sonuçlar eşliğinde her bir standart süre için kullanılan istasyonların eğilim ve baskınlık haritaları hazırlanmıştır
World as a result of changes in the emerging ecosystem of global warming today is one of humanity's most important issues. Reduction in glacial mass of the world with increase in temperature. irregularities in rainfall and rising sea water levels along reveals the existence of these problems. In particular. irregularities in rainfall. is of great importance in terms of existing and planned water structures.
Recently in our country; irregularities in the average precipitation data measured in years. the reduction in rainfall intensity and irregularities are seen frequently. These findings indicate that Turkey is also affected by global warming in different sizes.
In the study. General Directorate of Meteorology supplied the observation period of 20 years which is derived from the observed maximum rainfall data standard in time of 206 observation stations in Turkey Standard Periodical Precipitation Violence has been identified trends of rainfall intensity at the stations using the data. Mann Kendall and Spearman's Rho were detected trends. and trend analysis to determine the dominance of innovative methods were used.
Mann-Kendall and Spearman's Rho trend-setting methods and trends in the data for each standard time the station has been determined dominance in the data set using the innovative trend analysis. trends and dominance map of stations used for each time accompanied by a standard specified results are prepared.

7.Evaluation of Sediment Transportation Processes in Designing Coastal Structures of Araklı
Devran Yazir, Bekir Şahin, Coşkun Eruz
doi: 10.5505/pajes.2017.19971  Pages 1005 - 1013
Bu çalışmada, Doğu Karadeniz’e taşınan çapı 500 μm’den küçük olan koheziv ve koheziv olmayan sedimentler irdelenmiş ve pilot alan olarak, Trabzon-Araklı Karadere çayının mansabındaki durum incelenmiştir. Karadere’den taşınan koheziv ve koheziv olmayan sediment miktarı, rüzgâr yön ve şiddeti ile sediment sürüklenme hızındaki değişimin Doğu Karadeniz kıta sahanlığı çökelme alanları üzerine etkileri incelenmiştir. Araklı Karadere’den Doğu Karadeniz’e taşınan koheziv sedimentlerin dere ağzından itibaren çökelme yön ve miktarları Pomsed paket programı kullanılarak, modellenmiştir. Bu model, farklı senaryolara göre koheziv sedimentlerin deniz ortamındaki dağılımını kısa zamanda belirleyebilmektedir. Araklı sahili, iki dere arasında, rüzgârlardan çok fazla etkilenmeyen, ancak Karadere havzasından gelen yoğun miktarlardaki sedimentten dolayı kıyı yığılması olan bir bölgedir. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda Araklı kıyılarında, Karadere’den taşınan sedimentelerle, dolma etkisinin en az olacağı, olası bir liman yapısının en uygun konum ve biçiminin belirlenmesi amaçlanmıştır. Olası bir liman inşası durumunda rüzgâr ve dalga akıntıları etkisiyle oluşacak sediment yığılmalarının olması durumunda liman girişlerinin sığlaşma süreleri ve dolum oranlarına dikkat çekmek amaçlanmıştır.
In this study, depositional areas of cohesive and non-cohesive sediments of which diameters are less than 500 μm, carried by the Arakli Karadere River to the Eastern Black Sea are examined in the marine environment. Affects of changes in the amount of cohesive sediments entering the sea from Arakli Karadere River, sediment drift velocity, direction and magnitude of wind-stream on depositional areas of cohesive sediments are observeded separately. Pomsed program is implemented to model the directions and amount of cohesive sediments entering to Black Sea. By the help of this model, different scenarios can easily be carried out in a short time to observe the final positions of cohesive sediments in the marine environment. Arakli coastline is between two rivers, and is not affected by the winds too much. However, the location is excessively affected by the cohesive sediments. The most proper location and form of a probable port in which siltation effect is minimum are investigated in the directions of the findings. This study points out the accumulation time and rate of the cohesive sediments caused by the wind and waves for the probable port construction.

8.Investigation Of Hydropower Energy Potential And Policy Shift From Natural Gas To Hydropower Energy In Turkey
Mutlu Yaşar
doi: 10.5505/pajes.2017.71135  Pages 1014 - 1023
Bu çalışmada Türkiye'nin hidroelektrik potansiyeli literatür ve Devlet Su İşleri planları çerçevesinde araştırılmıştır. Elde edilen hidrolik potansiyele dayanarak iki senaryo oluşturulmuştur. İlk senaryoda, mevcut eğilimin sürdürülmesi durumunda elektrik üretimi için gerekli yatırımlar değerlendirilirken, ikinci senaryoda yeni hesaplanan 156 TWh'lik potansiyele sahip olan hidroelektrik santrallerin elektrik üretimindeki payının %35 olması durumu incelenmiştir. Türkiye'nin hidroelektrik potansiyelinin literatürde belirtilen 140 TWh değerinden %12 fazla yani 156 TWh olduğu ortaya konulmuştur. Senaryo 1'e göre elektrik üretiminde hidrolik kaynakların payı %25'ten %26'ya çıkarken doğal gazın payı değişmemiştir. Senaryo 2'ye göre doğal gazdan üretilen elektriğin payı %42'den %30'a düşerken, hidroelektriğin payı %26'dan %35'e yükselmiştir. Sonuçlar, Senaryo 2'nin Senaryo 1'e göre 2043 yılı için %32 daha karlı olacağını ve kazancın bugünkü değerinin yaklaşık 25 milyar dolar mertebesinde olacağını göstermiştir.
This study investigates the possible hydropower potential of Turkey, using literature and the General Directorate of State Hydraulic Works plans. Based on the obtained hydraulic potential, two scenarios are proposed. The first scenario is an electricity investment and share of electricity production continuing as a historical trend, while the second scenario is the increase in the share of hydropower plants in total electricity production as 35%, including a newly calculated potential of 156 TWh. The results show that the hydropower potential of Turkey increased from 140 to 156 TWh with a level of 12%. Scenario I shows that the total share of electricity production from hydropower changed from 25% to 26% but natural gas did not change. Scenario II shows that natural gas power production will decrease from 42% to 30% and hydropower production increase from 26% to 35% in 2023. The results also show that if Scenario II is applied, the cumulative present value of gain will be approximately 32% in 2043 with a savings of about $25 billion.

9.Investigatıon of optimum viscous damper distribution in steel frames with set back irregularities
Murat Hiçyılmaz, Mizan Doğan, Hasan Gönen
doi: 10.5505/pajes.2017.69094  Pages 1024 - 1029
Bu çalışmada geri çekme düzensizliğine sahip iki adet çelik çerçeve üzerinde optimum sönümleyici dağılımı incelenmiştir. Geri çekme düzensizliğine bağlı gerilme yığılmaları bulunan çelik çerçeveler üzerinde zaman-tanım alanında doğrusal analizler gerçekleştirilmiştir. Optimum viskoz sönümleyici dağılımının belirlenebilmesi için basitleştirilmiş sıralı arama algoritması kullanılmıştır. Analizler neticesinde kat kolonlarında oluşan en büyük eksenel kuvvet, kesme kuvveti ve eğilme momenti değerleri, katlar için göreli kat yerdeğiştirme oranları ve taban kesme kuvvetleri incelenmiş olup, optimum dağılımın üniform dağılıma göre ne gibi farklılıklar yarattığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Nümerik çalışma neticesinde, basitleştirilmiş sıralı arama algoritması ile yapılan optimum sönümleyici dağılımının, toplam sönümleyici büyüklüğü değişmediği halde üniform dağılıma göre daha olumlu sonuçlar verdiği görülmüştür.
In this study the optimal damper distribution is investigated on two steel frames with set-back irregularities. Linear time-history analyses has been performed on steel frames with tensile strains due to set-back irregulaties. A simplified sequential search algorithm is used to determine the optimal viscous damper distribution. As a result of analysis, maximum axial force, shear force and bending moment values in the columns, relative floor displacement rates for the floors, base shear forces are investigated and it has been attempted to show how the optimum distribution is different from the uniform distribution. As a result of numerical study it has been seen that the optimal damper distribution gives more positive results than the uniform distribution even though the total damper size does not change.

10.Cost optimum design of spread footing under uniaxial combined bending according to TS500 via various metaheuristic algorithms
Hasan Tahsin Öztürk
doi: 10.5505/pajes.2017.65807  Pages 1030 - 1036
Bu çalışmada betonarme tekil temellerin minimum maliyetle optimum tasarımları Yapay Arı Koloni, Guguk Kuşu Arama, Öğretme-Öğrenme Tabanlı Optimizasyon Algoritması adlarıyla bilinen çeşitli sezgisel algoritmalarla gerçekleştirilmiştir. Söz konusu algoritmalarla gerçekleştirilen optimum tasarımlardan elde edilen bulgular çeşitli başarım (performans) ölçütlerine göre değerlendirilmiştir. Algoritmalardan en yüksek başarımı ve en yüksek yakınsama hızını öğretme ve öğrenme tabanlı optimizasyon algoritması göstermiştir. Diğer taraftan temelin eğilme momenti ve normal kuvvet düzeyi ile temel zeminin taşıma gücünün optimum tasarıma etkisi birtakım parametrik çalışmalarla incelenmiştir. Gerçekleştirilen parametrik çalışmalardan normal kuvvetin artmasıyla tekil temelin minimum maliyetinin arttığı, ayrıca dış merkezlik düzeyinin artmasıyla bu artış düzeyinin de yükseldiği anlaşılmıştır. Zemin emniyet gerilmesinin artmasıyla temelin minimum maliyetinin azaldığı görülmüştür.
In this study, optimum designs of reinforced concrete spread footings bases with minimum cost were realized with various metaheuristic algorithms known as Artificial Bee Colony, Cuckoo Search, Teaching-Learning-Based Optimization Algorithm. The findings obtained from the optimum designs performed by the algorithms are evaluated according to various performance criteria. Teaching-Learning-Based optimization algorithm showed the highest performance and convergence speed. On the other hand, the effect of bending moment-axial force level, bearing capacity of soil on the optimum design of the spread footing are investigated by some parametric studies. It is understood that the increase in axial force increases the minimum cost of the spread footing and the increase in the eccentricity level rises the degree of increase. It has been observed that the minimum cost of spread footing has decreased with the increase of the bearing capacity of soil.

11.Mechanical properties of concrete to concrete interfaces under uniaxial and shear forces
Nihat Kabay, Ahmet Beşer Kızılkanat
doi: 10.5505/pajes.2018.72246  Pages 1037 - 1042
Bu deneysel çalışmada eski betonu temsilen normal dayanımlı beton ile yeni betonu temsil eden farklı tipteki yüksek dayanımlı betonlar arasındaki aderans dayanımının incelenmesi amaçlanmıştır. Farklı karakteristiğe sahip yeni beton elde etmek amacı ile silis dumanı ve çelik lif kullanılmıştır. Farklı kompozisyonlara sahip yüksek dayanımlı betonun aderans dayanımına etkisi eğik kayma (slant shear) ve çift yüzey kayma (bi-surface shear) deneyleri ile belirlenmiştir. Ayrıca eski/yeni beton kompozitlerin eksenel basınç yükü etkisi altındaki mekanik özellikleri deneysel olarak belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre yeni beton dayanımının ve kayma deneyinde kullanılan yöntemin aderans dayanımı üzerinde önemli bir etkisi olduğu görülmüştür. Eğik kayma deneyinin çift yüzey kayma deneyine göre 6-12 kat yüksek aderans dayanımı verdiği tespit edilmiştir. Paralel model yaklaşımının eski/yeni beton kompozitlerin elastisite modülünün tahmininde tatminkar sonuçlar verdiği belirlenmiştir.
This experimental study aims to evaluate the bond strength between normal strength substrate concrete and different types of high strength overlay concretes. In order to obtain different characteristics in the overlay concrete, silica fume and steel fibers were used. The slant shear and bi-surface shear tests were performed to quantify the effect of different high strength concrete compositions on the bond strength. The mechanical properties of overlay/substrate concrete composites were also analysed on cylindrical samples under uniaxial compression load. The results indicate that the strength of overlay concrete has an important role on the bond strength. The bond strength is found to be dependent on the test method. The results showed that the bond strength was about 6-12 times higher in slant shear test compared to the bi-surface shear test. The application of parallel model approach on the overlay/substrate concrete composites was found to be quite satisfactory to estimate the modulus of elasticity of the composite.

12.Optimum design of reinforced concrete cantilever retaining walls
Rasim Temür, Gebrail Bekdaş
doi: 10.5505/pajes.2018.57873  Pages 1043 - 1050
Mühendislik tasarımlarında, güvenlik koşullarını sağlayacak en düşük maliyete sahip sonuçların elde edilmesi amaçlanmaktadır. Ancak güvenlik koşullarını sağlayan seçenekler içerisinde en düşük maliyetli çözüm, tasarımcının tecrübeli olması durumunda dahi bulunamayabilir. Özellikle mekanik özellikleri ve birim fiyatları birbirinden oldukça farklı iki malzemenin kullanıldığı betonarme yapıların tasarımında bu amacın gerçekleşmesi daha zor olabilir.
Bu çalışma kapsamında statik ve dinamik yükler etkisindeki konsol tipi betonarme istinat duvarlarının en uygun (optimum) tasarımın elde edilmesi amacıyla metasezgisel algoritmalardan “Öğretme-öğrenme tabanlı optimizasyon” (ÖÖTO) algoritmasını temel alan bir yöntem önerilmiştir. Optimizasyon sürecinde istinat duvarı stabilitesi (devrilme, kayma ve zemin gerilmesi), kesit kapasiteleri (eğilme momenti, kesme kuvveti) ve betonarme tasarım kurallarını içeren 29 kontrol yapılmıştır. Optimizasyon işleminde 5’i duvar kesiti 12’si betonarme tasarımı ile ilgili olmak üzere toplam 17 değişken kullanılmıştır. İstinat duvarlarının boyutlandırmasında, TS 7994 (Zemin Dayanma Yapıları; Sınıflandırma, Özellikleri ve Projelendirme Esasları) kuralları göz önünde bulundurulmuştur. Betonarme tasarımında ise yürürlükteki ilgili yönetmelikler olan TS 500 (Betonarme Yapıların Tasarım ve Yapım Kuralları) ve DBYBHY (Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik) kuralları uygulanmıştır. Çalışmada önerilen yöntem ile elde edilen sonuçlar mevcut yöntemler ile karşılaştırılmış ve yöntemin konsol tipi betonarme istinat duvarlarının optimum tasarımının bulunmasında uygun olduğu görülmüştür.
The aim of engineering designs is to obtain results with minimum cost that will provide safety conditions. But the most economical design ensuring security conditions may not be found within the options, even the designer is experienced. Especially in the design of reinforced concrete (RC) structures that consist from two materials with very different mechanical properties and unit costs, it may be more difficult to achieve this purpose.
In this study, a methodology based on teaching learning based optimization (TLBO) was proposed for optimum design of RC cantilever retaining wall under the static and dynamic loads. During the optimization process, 29 design constraints including retaining wall stabilities (overturning, sliding and soil stress), section capacities (flexure and shear) and RC design rules are checked. In the optimization problem, totally 17 design variables (5 of them related to cross-section dimension and 12 of them related to RC design) are used. In the sizing of retaining wall, the rules of the TS 7994 (Soil Retaining Structures; Properties and Guidelines for Design) are considered. In the RC design, the requirements of the relevant regulations; TS 500 (Requirements for Design and Construction of Reinforced Concrete Structures) and DBYBHY (Specification for Buildings to be Built in Seismic Zones) are considered. The results obtained by the proposed method were compared with the existing methods and the method seems as suitable for the optimum design of the cantilever type RC retaining walls.

13.System Identification Work on 199+325 Steel Railroad Bridge and Development of its Calibrated Finite Element Model
Özgür Özçelik, Özgür Girgin, Carmen Amaddeo
doi: 10.5505/pajes.2018.67878  Pages 1051 - 1061
Ülkemizde bulunan demiryolu köprüleri TCDD tarafından işletilen demiryolu ağlarının en önemli bağlantı ve geçit noktalarını oluşturmakta ve bu köprülerin büyük bir kısmı 100 yılı aşkın süredir hizmet vermektedir. Bu köprüler diğer köprülere kıyasla (karayolu, yolu köprüleri) daha ağır yüklere ve köprünün dinamik özelliklerini değiştirebilen etkilere maruz kalmaktadır. Bu sebeplerden dolayı demiryolu köprülerinin TCDD tarafından rutin olarak gerçekleştirilen bakım ve onarım çalışmaları önem arz etmektedir. TCDD tarafından gerçekleştirilen umumi ve periyodik kontrol yöntemleri, gözleme dayanan ve tekniği uygulayan kişilerin deneyimine bağlı yöntemlerdir. Bu yüzden bu çalışmalarda hata yapma olasılığı fazla olup gizli hasarların tespit edilmesi de güç olmaktadır. Titreşim tabanlı yapı sağlığının izlenmesi yöntemleri gözleme dayalı olarak yapılan demiryolu köprülerinin bakım ve onarım çalışmaları için daha nesnel bir değerlendirme yöntemidir.
Bu çalışma Uşak il sınırında bulunan ve TCDD tarafından işletilen 199+325 çelik demiryolu köprüsünün yerinde yapılan deneysel çalışmalar ile modal parametrelerinin tahmin edilmesini ve köprünün referans sayısal modelinin geliştirilmesi çalışmalarını içermektedir. Köprünün dinamik tepkisi 2 farklı ortam sıcaklığında ve ortamsal titreşim koşulları altında 4 farklı deney kurulumu ile ölçülmüştür. Modal parametreler ise 2 farklı sadece-çıktı tabanlı sistem tanımlama yöntemi kullanılarak tahmin edilmiştir. Bunlardan ilki İyileştirilmiş Frekans Tanım Alanında Ayrıştırma (Enhanced Frequency Domain Decomposition, EFDD) ikincisi ise Veri Tabanlı Stokastik Altalan Tanımlama (Data-driven Stochastic Subspace Identification, SSI-DATA) yöntemleridir. İki farklı sıcaklık koşulunda elde edilen sonuçlar, modal parametre tahmin sonuçlarındaki sıcaklık değişiminin etkilerini değerlendirmek için karşılaştırılmıştır. Köprünün başlangıç sonlu elemanlar modeli Matlab tabanlı FEDEASLab sonlu elemanlar programı kullanılarak oluşturulmuş ve deneme-yanılma yöntemi ile kalibrasyonu gerçekleştirilmiştir. Böylece köprünün mevcut durumunu yansıtan referans bir sayısal model oluşturulmuştur. Bu model ileride sonlu elemanlar modeli güncelleme tabanlı hasar tespitinde kullanılabilecektir.
Railroad bridges maintained and operated by the State Raid Road Agency (TCDD) constitute the main passage ways and junction points of the railroad network of the country. Most of these bridges have been under service for more than 100 years. These bridges are exposed to larger service loads as compared to the highway bridges, and are open to external actions leading to changes in their dynamic parameters. Due to these reasons, the railroad bridges must routinely be checked and serviced. The routine checks done by TCDD are based on visual inspection, and highly subjective and dependent on the technician’s experience. This increases the chance of making mistakes and missing hidden structural damages. Vibration-based structural health monitoring offers a more objective framework which has the potential to reduce operator dependent nature of the routine checks.

This study presents modal parameter estimation studies by in-situ experiments and a developed reference numerical model of the 199+325 steel railway bridge located in Usak. The dynamic response of the bridge was measured in four different test setups and in two different temperature states, and under ambient vibration conditions. Modal parameters of the bridge are estimated using two different output-only system identification methods, namely, Enhanced Frequency Domain Decomposition and Data-driven Stochastic Subspace Identification methods. The identification results obtained under different temperature conditions are compared in assessing the effects of temperature change in identification results. Three dimensional finite element model of the bridge is created using FEDEASLab software. Trial-and-error type model updating study is conducted. Therefore a reference numerical model of the bridge representing its current condition is obtained. This model will be facilitated in the future for damage identification purpose using the sensitivity based finite element modeling updating method.

14.The Investigation of the Mechanical Properties of Sandwich Panel Composites with Different Surface and Core Materials
Mustafa Aslan, Onur Güler, Ümit Alver
doi: 10.5505/pajes.2018.37605  Pages 1062 - 1068
Bu çalışmada otomotiv sektöründe taşıyıcı elemanlardan olan şasi malzemesinin mukavemet değerlerini yükseltirken ağırlığını düşürmek amacıyla şasi malzemesi olarak sandviç panel teknolojisinin kullanılabilirliği araştırmak amaçlanmıştır. Yüzey malzemeleri olarak; karbon elyaf ve cam elyaf takviyeli polyester kompozit ile alüminyum plaka kullanılırken çekirdek malzemeleri olarak; alüminyum bal peteği, polipropilen bal peteği ve polietilen terafitalat sert köpük kullanılmıştır. Yüzey kompozit malzemeleri, Cam ve karbon elyaf kumaşlarının katmanlı olarak polyester reçinesi ile ıslatılarak el yatırma ve basınçlı kalıplama metoduyla üretilmiştir. Sandviç plakaların soğuk preste 50 bar basınç altında 720 dakika boyunca kürünü tamamlaması sağlanmıştır. Sandviç kompozitler, yüzey ve çekirdek malzemelerinin epoksi bant ile birleştirilerek ve sıcak preste 90 oC ‘de 30 dk ve 120 oC ‘de 60 dk 3 bar basınç altında bekletilerek üretilmiştir. Üretilen sandviç panel kompozitlerden standartlara uygun olarak; eğme, yüzey ve kenar doğrultusunda basma numuneleri alınıp eğme ve basma deneylerine tabi tutulmuştur. Deney sonuçlarına göre,. sandviç panellerde çekirdek malzemelerinin yüzey malzemelerine kıyasla panel mekanik özelliklerinde daha belirgin değişimler oluşturduğu belirlenmiştir. Çekirdek malzeme olarak eğilme dayanımı ve kenara basma dayanımı açısından PET çekirdek malzemesi, eğilmede elastikiyet ve yüzeye basma mukavemeti açısından alüminyum balpeteği en iyi sonuçları göstermiştir. Bununla birlikte, PP köpük malzemeleri ile üretilen sandviç paneller ise diğer çekirdek malzemelerden üretilenlere göre önemli oranda yüksek uzama oranı göstermiştir.
In this study, it was aimed to investigate the usability of sandwich panel technology as a frame material in order to decrease the weight of the frame material in the automotive sector while increasing the strength values of the chassis material. Carbon fiber, glass fiber polyester composites and aluminum plate were used as surface materials while aluminum honeycomb, polypropylene (PP) honeycomb and polyethylene terephthalate (PET) rigid foam were used as core materials. Surface composite materials are produced by wetting the glass and carbon fibre fabrics using polyester resins in layers by hand lay-up and compression method. It was provided that the plates completed their curation with a cold pressure at 50 bar for 720 minutes. The sandwich composites were produced by combining the surface and core materials with epoxy adhesive tape and holding under the hot pressure at 90 ° C for 30 minutes and 120 ° C for 60 minutes at 3 bar pressure. According to the standards of produced sandwich panel composites; bending, flatwise and edgewise in the direction of the compression samples were taken and subjected to bending and compression experiments. According to obtained experiment results; it was determined that core material is the more significant changes on the mechanical properties compared to surface materials. As a core material it was proven that Aluminum honeycomb core materials show the highest results in terms of bending and edgewise compression strength while PET core materials show highest results in terms of flexural stiffness and flatwise compression strength. However, it was seen that the panels with PP honeycomb core demonstrated considerably more elongation values than those of the other panels.

15.A comparative analysis of elasticity modulus of recycled aggregate concrete with silica fume
Özgür Çakır, Hasan Dilbas
doi: 10.5505/pajes.2018.92489  Pages 1069 - 1078
Atık malzemelerin geri dönüşümü, doğal kaynakların korunmasından ve yaşanabilir bir gelecek için öncülük edecek çevresel etkilerinin azaltılmasından dolayı, yapı sektöründe sürdürülebilirlik kavramı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Yapım işlemleri, genellikle, yüksek miktarda yapı ve yıkıntı atığı (YYA) oluşumuyla sonuçlanmakta ve geri dönüşüm işlemi ardından YYA bertaraf edilmesi için inşaat mühendisliği uygulamalarında, özellikle geri kazanılmış agregalı betonda (GKA-B), geri kazanılmış agrega (GKA) olarak kullanımı büyük potansiyele sahiptir. Bu bağlamda, çeşitli oranlarda GKA (0-30-40-70-100%) ve çeşitli oranlarda silis dumanı (SD) (0-5-10%) içeren beton karışımları GKA-B‘ nun elastisite modülünü belirlemek üzere üretilmiştir. Bu çalışma, çeşitli standartlar tarafından ve çeşitli araştırmacılar tarafından önerilen teorik elastisite modülü formüllerince hesaplanan GKA-B elastisite modülü değerlerinin deneysel olarak elde edilen GKA-B elastisite modülü değerlerine yakınlıklarının olup olmadığını göstermeyi amaçlamaktadır. Analitik ve istatistik değerlendirmeler yapılmıştır. Sonuç olarak, GKA oranının betondaki artışı ile elastisite modülü azalmaktadır. GKA-B’da SD kullanımı elastisite modülünü ve basınç dayanımını artırmaktadır. İrdelenen standartlar göz önüne alındığında, Amerikan standardı (ACI 318-05) elastisite modülünü deneysel sonuçlara göre, en yüksek standart sapma göstermesine rağmen, yakın tahmini vermektedir. Diğer taraftan araştırmacılar tarafından GKA-B elastisite modülü tahmini için önerilen denklemler, irdelenen standartların ve deney sonuçlarının üzerinde sonuç vermektedirler. SD içeren ve içermeyen betonlar için bir elastisite modülü denklemi de bu çalışmada önerilmektedir.
Recycling of waste materials has significant influence on the concept of sustainability in construction industry due to the conservation of natural resources and minimizing the environmental impacts which leads to habitable future. Construction activities, in general, result in huge amount of construction and demolition waste (C&DW) and C&DW has a great potential for possible disposal as recycled aggregate (RA) in civil engineering applications, especially in recycled aggregate concrete (RAC), after recycling processes. In this concept, concrete mixtures including RA and silica fume (SF) at various ratios (0-30-40-70-100%) and (0-5-10%), respectively, are produced in order to determine the elasticity modulus of RAC. This work aims to examine elasticity modulus of RAC determined according to the formulas of standards and studies. Analytical and statistical assessments are performed and experimental and theoretical results are compared. When RA content increases, the elasticity modulus decreases. SF utilization in RAC improves the mechanical parameters (elasticity modulus and compressive strength). The American standard (ACI 318-05) predicts the elasticity modulus approximately to the experimental results although it has the highest relative standard deviations in comparison to the regarded standards. Moreover, proposed equations for RAC by researchers estimate the elasticity modulus values greater than those of standards and the experimental results. An elasticity modulus equation is also proposed for RAC with and without SF.

16.Modelling the quality of bus services by using factor analysis on urban bus satisfaction survey data: Case of IETT
Ilgın Gökaşar, Büşra Buran, Selim Dündar
doi: 10.5505/pajes.2017.48278  Pages 1079 - 1086
Hizmet kalitesi, 1980’lerden bu yana, önemli bir konu olarak değerlendirilmektedir. Kişiden kişiye farklılık gösterebildiği ve somut bir çıktı üretmediği için, hizmet kalitesinin ölçümü, ürün kalitesine kıyasla daha zordur. Hizmet kalitesinin değerlendirilmesi için, literatürde çok sayıda model geliştirilmiştir. Ulaştırma iş kolu, hizmet iş kolunun önde gelen bileşenlerinden birisidir. Toplu taşımanın kalitesinin arttırılması, kentlerin gelişiminde ve özel araç kullanımının toplu ulaşıma yönlendirilmesinde kuvvetli bir etkendir. Otobüs hizmetlerinin kalitesi, toplu ulaşımın kalitesinin ölçülmesine olanak sağlayan TS-EN 13816 Standardına göre tanımlanmıştır. İstanbul’da otobüsler için hizmet kalite ölçütleri belirlenmiş olup performansları sistematik bir şekilde ölçülmektedir. Bu çalışma kapsamında, otobüs hizmetlerinin kalitesinin değerlendirmek için, İETT tarafından internet üzerinden kullanıcılara uygulanan memnuniyet anketlerinin 2177 tanesinin sonuçları kullanılarak faktör analizi uygulanmış ve çoklu doğrusal regresyon modeli oluşturulmuştur. Ortaya çıkan 2 faktör incelendiğinde, kullanıcıların hizmete erişime, konfordan daha fazla önem verdikleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca, kullanıcı anketlerinin sonuçları, hizmet sağlayıcıların görüşleri ile karşılaştırılmış, iki kesimin görüşü arasında yalnızca %1.733’lik fark gözlemlenmiştir.
Service quality has been regarded as an important issue since the 1980s. The measurement of service quality is harder than the quality of the product, since it varies from person to person and produces no concrete output. A number of models have been developed in the literature to assess service quality. The transportation sector is one of the leading components of the service sector. Increasing the quality of public transport has a strong influence in the development of cities and decreasing the usage of private cars. The quality of bus services is defined in accordance with TS-EN 13816 Standard, which allows measurement of the quality of public transport. In Istanbul, service quality criteria for buses are determined and their performance is measured systematically. In this study, factor analysis was applied to evaluate the quality of the bus services using the results of the Satisfaction Surveys applied by IETT to 2177 users on the internet and a multiple linear regression model was developed. When the two emerging factors are examined, it is seen that users pay more importance to access to the service than the comfort. In addition, the results of user surveys were compared with the views of service providers, and a difference of only 1.733% was observed between the two groups’ views.

17.Determining Optimum Configuration of One-Way and Two-Way Streets Using Shortest Path Travel Costs Based on Results of Traffic Assignment
Özgür Başkan, Cenk Ozan
doi: 10.5505/pajes.2017.21208  Pages 1087 - 1092
Ulaştırma alanındaki en önemli problemlerden biri bilindiği gibi trafik sıkışıklığıdır. Trafik sıkışıklığının olumsuz etkilerini en aza indirebilmek için uygulanan geleneksel yöntemlerden biride tek yön uygulamalarıdır. Kentiçi yol ağlarındaki iki yönlü yolların bazılarının tek yöne çevrilmesi uygulaması bilindiği gibi sistem performansını artırmaya yönelik diğer uygulamalardan daha az maliyetlidir. Bu nedenle tek yön uygulamalarının ağ performansı üzerindeki olası etkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Çalışmada bu amaçla yol ağlarındaki tek yönlü yolların optimum konfigürasyonun belirlenmesi amacıyla iki seviyeli sezgisel bir çözüm algoritması geliştirilmiştir. Üst seviyede talep ağırlıklı en kısa rota seyahat sürelerinin toplamının en küçüklenmesi amaçlanmıştır. Alt seviyede ise kullanıcı dengesi bağ akımları belirlenmiştir. Üst seviyede oluşturulan ağ yapısına bağlı olarak belirlenen bağ seyahat süreleri dikkate alınarak trafik atama problemi VISUM yazılımı ile çözülmüş ve Başlangıç-Varış (B-V) çiftleri arasındaki en kısa rota seyahat süreleri elde edilmiştir. Tek yönlü yolların daha cazip hale getirmek amacıyla α parametresi kullanılmıştır. Bu amaçla ulaşım ağı içinde tek yöne çevrilen bağların uzunluğu α parametresi ile çarpılarak azaltılmış bir başka deyişle bağ üzerindeki hız artırılmıştır. Geliştirilen iki seviyeli sezgisel çözüm algoritması Sioux-Falls ulaşım ağına uygulanmıştır. Bazı bağların tek yön olması durumundaki sonuçlar ağdaki tüm bağların çift yönlü hizmet vermesi durumuna göre geliştirilen amaç fonksiyonu değerlendirilerek karşılaştırılmıştır. Ayrıca α parametresine karşı geliştirilen algoritmanın duyarlılığını test etmek amacıyla duyarlılık analizi yapılmıştır. Sonuçlar geliştirilen algoritmanın kentiçi ulaşım ağlarında yapılması planlanan tek yön uygulamalarında kullanılabileceğini göstermektedir.
Traffic congestion is one of the major problems in transportation field. To reduce unfavorable impact of that problem, one of the conventional applications is to find optimal or near-optimal configuration of one-way streets on road networks. When some of two-way streets in the network are converted to one-way, which may be cheaper than other possible improvements, the performance of the road system may increase. Thus, this arrangement should be evaluated in order to determine its possible effects. For this purpose, a bilevel heuristic solution algorithm is proposed to find optimal configuration of one-way streets on road networks in this study. The upper level deals with finding optimal configuration of one-way streets by minimizing the total flow (demand) weighted shortest path travel costs (distance) while user equilibrium link flows are determined in the lower level. Shortest path travel costs between OD pairs are obtained after executing traffic assignment module of VISUM software by considering link travel times according to created network configuration in the upper level. To make more attractive one-way streets, we have used the parameter of α which is multiplied with the length of one-way streets to increase its speed. The bilevel heuristic solution algorithm is combined with VISUM and applied to Sioux-Falls city network. The results of near-optimal arrangement of one-way streets are compared with those of base case in terms of objective function considered. Additionally, sensitivity analysis was performed to investigate how the algorithm reacts to the variation of the parameter of α. Results showed that developed algorithm may be considered for finding optimal configuration of one–way streets on urban road networks.

18.Investigation of major stream delays at unsignalized intersections
Süheyla Pelin Çalışkanelli, Serhan Tanyel
doi: 10.5505/pajes.2017.03342  Pages 1093 - 1099
Denetimsiz kavşaklardaki araç hareketleri ile ilgili genel kabul, anayol akımı içindeki araçların mutlak önceliğe sahip olmasıdır. Ancak gerçek trafik koşulları altında bu durum her zaman mümkün olmayabilir. Yapılan çalışmalar, yanyolda bekleyen sürücülerin, bekleme süresi uzadıkça kavşağa girişte kural dışı davranışlar sergileyebildiklerini göstermektedir. Bu durumda anayolda hareket eden sürücüler, yavaşlayarak veya durarak olası bir kazayı engellemeye çalışacaklardır. “Ters öncelik” veya “aralık zorlama” olarak ta adlandırılan bu durum anayol akımındaki araçların gecikmelerine sebep olmaktadır. Çalışmada anayol akımındaki araçların gecikmesine sebep olan koşullar incelenmiş ve bir benzetim programı yardımıyla denetimsiz bir “T” kavşakta anayol sürücülerinin maruz kaldığı gecikmeleri hesaplayan bağıntılar önerilmiştir.
The general acceptance of vehicle movements at unsignalized intersections is that vehicles in the major stream have absolute priority. However, under real traffic conditions this may not always be possible. Studies show that drivers waiting on the minor road approach can exhibit irregular behaviors when entering the intersection. In this case the drivers on the main road will try to prevent a possible accident by stopping or slowing down. This is referred to as "reverse priority" or "gap forcing ", which causes delays in vehicles in the major stream. In the study, the conditions which causes delay to vehicles in the mainstream is investigated by using a simulation program and new functions which can be used in calculation major stream delays are suggested.

19.Investigation of illegal road users' behavior at overpass locations and the effect of an escalator on the overpass usage ratio
Pelin Önelçin, Yalçın Alver
doi: 10.5505/pajes.2018.65188  Pages 1100 - 1106
Trafik bir bütün olarak değerlendirildiğinde yayaların önemli bir etmen olduğu açıktır. Geçmişte yaya davranışları çok az çalışmada incelenmiş olsa da son dönemde farklı ülkelerde yürütülen çalışmalar sayesinde yayalarla ilgili detaylı bilgi toplanılmaya başlanmıştır. Çalışmalar genellikle ışıklı yaya geçitlerinde yürütülmüş olup üst geçit bölgelerini kapsayan çalışmalar sınırlı sayıdadır. Çalışma kapsamında yürüyen merdivenin üst geçit kullanımına etkisini belirlemek adına İzmir’de benzer yol geometrisine sahip iki adet üst geçit bölgesi belirlenmiştir. İki üst geçit bölgesinde de yayanın yol seviyesinde geçişini engelleyecek fiziksel engel bulunmamaktadır. Ayrıca aynı üst geçit bölgesinde yayalara kısa bir anket uygulanarak, kullanmış oldukları yaya üst geçidine ait güvenlik algılarının ortaya çıkarılması ve yaptıkları geçiş hakkındaki bireysel değerlendirmelerinin öğrenilmesi amaçlanmıştır. Üst geçit kullanan yayaların geçiş süreleri ile kural dışı geçiş yapan yayaların geçiş süreleri belirlenerek üst geçit tutarlılık oranı belirlenmiştir. Yürüyen merdiven bulunan ve bulunmayan üst geçit bölgeleri için tutarlılık oranı bağıntısının geçerliliği değerlendirilmiştir. Bağıntının sadece zaman parametresini dikkate alması nedeniyle farklı özellikteki üst geçitler için gözden geçirilmesi önerilmiştir. Toplanan veriler değerlendirildiğinde yürüyen merdiven bulunmayan üst geçit bölgesinde ortalama karşıdan karşıya geçme hızı 1.72 m/s, yürüyen merdiven olan üst geçit bölgesinde ise 1.63 m/s olarak bulunmuştur.
When traffic is evaluated it is clear that pedestrians are an important factor. Despite the fact that pedestrian behavior has not been included in the researches in previous years, recently detailed information about pedestrians has started to be collected. The researches are usually carried out on signalized pedestrian crossings, and studies covering the overpass areas are limited. In order to determine the effect of the escalator presence, two overpass locations are selected in Izmir where road geometry is similar. In addition, a short questionnaire was conducted to the pedestrians to reveal their perceptions towards overpass safety and find out their self-evaluations about their crossing type. Usage ratio was computed comparing the crossing time of the pedestrians who crossed at street level and who crossed using the overpass. The validity of the usage ratio formula for overpasses with and without escalators was assessed. It is recommended to review the usage ratio formula for overpasses with different characteristics since it takes into account time as the sole parameter. When the data are evaluated it is found that average crossing speed of pedestrians who crossed illegally around the overpass where an escalator did not exist is 1.72 m/s, and where an escalator existed is 1.63 m/s.

20.Optimization of service frequencies in bus networks with Harmony Search Algorithm: An application on Mandl’s test network
Hüseyin Ceylan, Tayfun Özcan
doi: 10.5505/pajes.2018.43410  Pages 1107 - 1116
Gelişmekte olan ülkelerde kentiçi toplu taşıma sistemleri arasında en yaygın tür olan otobüs taşımacılığının verimliliğini arttırmaya yönelik çalışmalar son yıllarda artmaktadır. Otobüs sitemlerinin performansının ele alındığı birçok çalışmada, kullanıcı ve işletmeci faydalarını eniyileyen yaklaşımlar üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada, kentiçi otobüs ağlarındaki sefer sıklıklarını eniyileyen iki-seviyeli bir simülasyon/optimizasyon modeli geliştirilmektedir. Üst seviyede, işletmeci ve kullanıcı maliyetlerini temsil eden bir amaç fonksiyonunun çözümü için sezgisel Armoni Araştırması (AA) optimizasyon tekniği tabanlı bir model önerilmektedir. Alt seviyede ise talebin toplu taşıma ağına dağılımını temsil eden toplu taşıma ataması problemi çözülmektedir. Önerilen modelde, aktarma bekleme sürelerinin kesin hesabı için zaman çizelgesi tabanlı toplu taşıma ataması yaklaşımı kullanılmakta ve toplu taşıma ataması problemi logit tabanlı bir modele dayalı olarak VISUM yazılımı ile çözülmektedir. Geliştirilen model, toplu taşıma ağ tasarımı çalışmalarında yaygın olarak kullanılan bir test ağına uygulanmıştır. Sonuçlar, AA tabanlı modelin sefer sıklığı optimizasyonu probleminin çözümünde etkin olarak kullanılabileceğini ortaya koymuştur.
In developing countries, efforts to increase the efficiency of bus transportation, which is the most common type of urban public transport systems, have been increasing in recent years. Many studies addressing the performance of bus systems focus on approaches to optimizing user and operator benefits. In this study, a bi-level simulation/optimization model is developed to optimize service frequencies in urban bus networks. At the upper level, a meta-heuristic Harmony Search (HS) optimization technique based model is proposed for solving an objective function that represents operator and user costs. At the lower level, the transit assignment problem, which represents the distribution of demand over the transit network, is solved. In the proposed model, a time-table based transit assignment approach is used for the exact calculation of transfer wait times, and the transit assignment problem is solved using VISUM software based on a logit-based choice model. The developed model has been applied to a test network that is widely used in transit network design studies. The results show that the HS based model can be used effectively to solve the service frequency optimization problem.

21.Effects of Operating Parameters on Direct Greenhouse Gas Emission in Advanced Biological Wastewater Treatment Plants
Hazal Gülhan, Recep Kaan Dereli, Hale Özgün, Mustafa Evren Erşahin, İzzet Öztürk
doi: 10.5505/pajes.2017.30806  Pages 1117 - 1124
Küresel ısınmaya karşı alınan önlemlerin başında, farklı ekonomik sektörler için sera gazı emisyonu kontrolü gelmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre taraflar ekonomik sektörlerden salınan sera gazı miktarlarını yıllık olarak raporlamakla yükümlüdürler. Atık sektörü, insan kaynaklı sera gazı emisyonunun %3’ünü, atıksu arıtımı ise atık sektöründen kaynaklanan sera gazı emisyonunun %20’sini oluşturmaktadır. Bu çalışmada, eşdeğer nüfusu 2344000 olan, biyolojik besi maddesi giderimi yapılan ve çamurun anaerobik olarak çürütüldüğü bir evsel atıksu arıtma tesisinde sera gazı emisyonunu etkileyen faktörler, GPS-X 6.5 model yazılımı kullanılarak incelenmiştir. Bu amaçla, çamur yaşı ve çözünmüş oksijen parametreleri ele alınmıştır. Çamur yaşı için 2, 5, 9, 13 ve 18 gün değerleri test edilmiş ve sırasıyla 0, 618508, 565961, 565681 ve 554684 t CO2 eşd/yıl doğrudan emisyon miktarı tahmin edilmiştir. Beş günün üzerinde, artan çamur yaşıyla emisyon miktarının azaldığı görülmüştür. Çözünmüş oksijen konsantrasyonu parametresi için 0.5, 1.0, 1.5, 2.0, 2.5 ve 3.0 mg/L değerleri incelenmiştir ve sırasıyla 1455632, 999243, 719380, 583603, 503275 ve 449997 t CO2 eşd/yıl doğrudan emisyon miktarı tahmin edilmiştir. Havalandırma tankında artan çözünmüş oksijen konsantrasyonu ile doğrudan sera gazı emisyonun azaldığı görülmüştür. Duyarlılık analizi ile sera gazı emisyonuna çözünmüş oksijen parametresinin, çamur yaşı parametresinden daha fazla etkisi olduğu görülmüştür.
The major measure taken on global warming is to control greenhouse gas emission for different economic sectors. Within the context of the United Nations Framework Convention on Climate Change (UNFCCC), to which Turkey is party, parties are obliged to report annual greenhouse gas emissions from each economic sectors. Greenhouse gas emissions from the waste sector account for approximately 3% of global human-induced greenhouse gas emissions, while wastewater treatment accounts for 20% of the greenhouse gas emissions from waste sector. In this study, factors effecting direct greenhouse gas emission in a wastewater treatment plant with an equivalent population of 2344000 were investigated by using GPS-X 6.5 software. Biological nutrient removal was conducted and sludge was digested under anaerobic conditions in the wastewater treatment plant. Both sludge age and dissolved oxygen parameters were investigated. 2, 5, 9, 13, and 18 days of sludge age were tested, and direct emissions of 0, 618508, 565961, 565681 and 554684 t CO2 eq/year were calculated, respectively. Direct emission amount decreased with increasing sludge age over five days. Dissolved oxygen emissions of 0.5, 1.0, 1.5, 2.0, 2.5, and 3.0 mg/L were tested, and direct emissions of 1455632, 999243, 719380, 583603, 503275 and 449997 t CO2 eq/year were calculated, respectively. Direct emission amount decreased with increasing dissolved oxygen concentration in the aeration tank. Considering sensitivity analysis, dissolved oxygen parameter is more effective on greenhouse gas emissions in comparison to the sludge age parameter.

22.Biological Reduction of Acid Red 14 by Elemental Sulfur and Methanol-Based Reactors
Deniz Uçar
doi: 10.5505/pajes.2017.66743  Pages 1125 - 1129
Bu çalışmada ilk kez elementel kükürt bazlı anaerobik reaktörde Asit Kırmızı 14'ün biyolojik olarak indirgenmesi Bu reaktörlerde elektron kaynağı olarak kükürt ve metanol kullanılmış ve kükürt bazlı indirgeme işleminin performansı geleneksel bir elektron kaynağı olan metanol ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Reaktörler 7 farklı periyott çalışılmış olup, giriş boya konsantrasyonu 5-10 mg/L’de ve HRT 12-24 saat olarak ayarlanmıştır. Asit Kırmızı 14 konsantrasyonu girişte 10±0.14 mg/L iken, metanol bazlı reaktörde 1.3±0.2 mg/L'ye, kükürt esaslı reaktörde ise 2.05±0.2 mg/L’ye düşmüştür. Kükürt bu çalışma ile boya indirgeme sürecinde ilk kez kullanılmış ve bu süreçte kükürt oksidasyonunun sülfat ve alkalinite üretimine etkisi ayrıca araştırılmıştır.
In this study for the first time, biological reduction of the Acid Red 14 in elemental sulfur-based anaerobic reactor was studied. Two up-flow packed bed reactors were investigated in parallel for 95 days. Sulfur and methanol were used as electron donors in these reactors and the performance of the sulfur-based reduction process was investigated in comparison with a conventional electron source - methanol. The reactors were operated in 7 different periods, the influent dye concentration was kept at 5 - 10 mg/L and HRT was set to 12-24 hours. While influent Acid Red 14 concentration was 10 ± 0.14 mg/L, it was reduced to 1.3±0.2 in the methanol-based reactor and 2.05±0.2 in the sulfur-based reactor. Elemental sulfur was used for the first time in and the effect of sulfur oxidation in dye reduction process on sulfate and alkalinity production was also investigated.

23.Fluoride Removal from Aqueous Solution by Electrocoagulation Using Aluminium Electrodes: Isotherm and Kinetic Studies
Senem Yazıcı Güvenç, Gamze Varank, Ahmet Demir
doi: 10.5505/pajes.2018.03206  Pages 1130 - 1134
Bu çalışmanın ana amacı, alüminyum elektrotlar kullanılarak elektrokoagülasyon tekniği ile sulu çözeltilerden florürün giderilmesidir. Çalışma koşullarını optimize etmek için akım yoğunluğu, zaman ve giriş florür konsantrasyonu gibi çeşitli parametrelerin etkisi üzerine çalışmalar yürütülmüştür. Deneysel çalışmalar, 11 mA/cm2 akım yoğunluğu, 30 dk reaksiyon süresi ve 10 mg/L giriş florür konsantrasyonu koşullarında % 87,4 maksimum giderim veriminin elde edildiğini göstermiştir. Elektrokoagülasyon mekanizması ve prosesin karakteristik parametreleri isoterm (Langmuir and Freundlich) ve kinetik modeller (pseudo-first order and pseudo-second order) ile analiz edilmiştir. Deneysel veriler Langmuir ve Freundlich izoterm denklemleri ile uyum sağlamıştır. Kinetik çalışma sonuçları, farklı koşullar altında pseudo-second order kinetik modelin daha yüksek korelasyon katsayısı sağladığını göstermiştir.
The main objective of the present study was the removal of fluoride from aqueous solution by electrocoagulation technique using aluminum electrodes. The effect of various parameters such as current density, time and initial fluoride concentration were studied to optimise the conditions. Experimental study showed that maximum removal efficiency (87.4%) was achieved at the conditions of current density 11 mA/cm2, reaction time 30 min and initial fluoride concentration 10 mg/L. Isotherm models (Langmuir and Freundlich) and kinetic models ( pseudo-first order and pseudo-second order)were used to analyze the electrocoagulation mechanism and characterize the process parameters. Experimental data well fitted with Langmuir and Freundlich isotherm equations and results of the kinetic study indicated that pseudo-second order kinetic model give higher correlation coefficients for different conditions.

24.Determination of heavy metal removal potential of the Samsun Coast mussel shells
Levent Gürel, Selahi Güneş
doi: 10.5505/pajes.2017.68984  Pages 1135 - 1140
Bu çalışma kapsamında Samsun Sahilleri’nden toplanan midye kabukları kullanılarak, bu kabukların sentetik olarak hazırlanmış atıksulardan kurşun ve nikel gibi ağır metalleri giderme kapasitesi araştırılmıştır. Yapılan çalışmalarda, midye kabukları iki ayrı şekilde kullanılmıştır. Bunlardan ilkinde, ham midye kabukları sadece öğütülmüştür. Diğerinde ise, kabuklar öğütüldükten sonra sülfürik asit kullanılarak ön arıtımdan geçirilmiştir. Deneysel çalışmalarda pH, zaman, midye kabuğu miktarı gibi çeşitli değişkenler kullanılarak midye kabuklarının ağır metal giderim potansiyeli incelenmiştir. Çalışmalar 25°C sabit sıcaklık ve 150 devir/dakika çalkalama hızında yürütülmüştür. Deneylerde kullanılan midye kabuğu boyutu 45-125 µm olarak seçilmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde elde edilen sonuçlara göre, ham olarak kullanılan midye kabuklarıyla yapılan deneylerde, arıtım sonrası pH değerleri dikkate alınarak, kimyasal çöktürme mekanizmasının hâkim mekanizma olduğu sonucuna varılmıştır. Ön arıtımlı (asitle muamele edilmiş) midye kabuklarının arıtım performansı incelendiğinde ise, meydana gelen arıtım mekanizmasının adsorpsiyonu temsil ettiği anlaşılmıştır. Ham midye kabukları kullanılarak, kurşun ve nikel iyonu konsantrasyonları yaklaşık olarak 100 mg/L’den sırasıyla en düşük 3.9 mg/L ve 73.62 mg/L’ye indirilmiştir. Ön arıtımlı midye kabukları ile yapılan çalışmalarda ise sadece kurşun giderimi araştırılmış ve yaklaşık 100 mg/L olan başlangıç konsantrasyonu pH 2’de 9.22 mg/L’ye düşürülmüştür. Ön arıtımlı midye kabukları için adsorbent tutma kapasitesi (q) 0.4 g/L midye kabuğu dozajında 244.74 mg/g olarak bulunmuştur.
The removal capacity of mussel shells in removing heavy metals such as lead and nickel from wastewaters prepared synthetically was investigated by using the shells collected from Samsun Coasts within the scope of this work. In the studies, mussel shells were used in two different forms. In the first form, raw mussel shells were only grinded. On the other one, the mussel shells were pretreated by using sulfuric acid after grinding. The heavy metal removal potential of mussel shells were investigated using various variables such as pH, time and mussel shell dosage in experimental studies. Tests were conducted at 25°C constant temperature and a shaking speed of 150 rpm. The size of the mussel shell used in experimental studies was chosen as 45-125 µm. It was concluded from the results of the studies carried out by using raw mussel shells that the dominant mechanism was chemical precipitation according to the pH values after treatment process. It has been understood that the treatment mechanism was adsorption when the treatment performance of the pretreated mussel shells was in question. Lead and nickel ion concentrations were reduced from approximately 100 mg/L to 3.90 mg/L and 73.62 mg/L, respectively by using raw mussel shells. In the tests conducted with pretreated mussel shells, only lead removal was studied and lead concentration of approximately 100 mg/L was decreased to 9.22 mg/L at pH 2. Adsorbent uptake capacity was found to be 244.74 mg/g at 0.4 g/L mussel shell dosage for pretreated mussel shells.

25.Evaluation of algae related taste and odor problem in drinking water
Malhun Fakıoğlu, Mahmut Ekrem Karpuzcu, İzzet Öztürk
doi: 10.5505/pajes.2018.65290  Pages 1141 - 1156
İçme suyu, su kaynağından tüketici musluğuna ulaştırılana kadar birçok aşamadan geçmektedir. Suyun kalitesi; su kaynağındaki su kalitesine, arıtma tesisinde uygulanan proseslere ve su dağıtım şebekesinin durumuna bağlıdır. Arıtılmış suda istenmeyen tat ve koku, tüketicideki içilebilir su algısını etkilemekte ve tüketicinin musluk suyu tüketimi ile sağlık riskini ilişkilendirmesine sebep olabilmektedir. Bu durum, su temini tesislerine olan tüketici güveninin azalmasına yol açabilmektedir. Söz konusu sorunun çözümü için su otoritelerince sorunun kaynağı araştırılmakta, buna eş zamanlı olarak arıtma tesislerine kolay entegre edilebilecek sistemler üzerinde çalışılmaktadır. Bu bağlamda, havzada sorunun kaynağının tespiti ve sonrasında alınacak önlemler büyük önem taşımaktadır. Ayrıca su arıtma tesislerinde tesis işletiminden kaynaklanan tat ve kokunun önüne geçilmeye çalışılmakta, bunun yanısıra 10 ng/L konsantrasyonun altında bile insanlar tarafından algılanabilen 2-MIB ve Geosmin bileşiklerinin oksidasyon, adsorpsiyon veya biyofiltrasyon gibi proseslerle giderimi incelenmektedir. Öte yandan, arıtılarak şebekeye verilen suda biyolojik aktiviteden veya dezenfeksiyon yan ürün oluşumundan kaynaklanan tat ve koku oluşumu da önlenmelidir. Bu çalışmada, suyun havzadan musluğa yolculuğu boyunca suda oluşabilecek tat ve koku probleminin etmenleri ve bu soruna yönelik çözüm yolları incelenmiştir.
Source water goes through several processes before reaching to the customer’s tap. Quality of water which flows through the tap is directly related to the water quality in the reservoir, processes used in the drinking water treatment plant and the condition of the present distribution system. Taste and odor in the treated water affects the perception of the drinking water for the customers and causes them to relate it with health risks. This results with a decline in consumer reliance to the water supply system. Water authorities are not only searching for the cause of the problem, but also trying to find a solution which can be integrated to the existing Water Treatment Plant system. In this context, problems related with watershed should be determined and precautions should be taken based on these issues. In WTP’s, taste and odor problem caused by wrong plant operations should be avoided while treatment processes such as oxidation, adsorption and biofiltration processes should be tested for the removal of 2-MIB and Geosmin which can be percieved by the humanbeings even at 10 ng/L. Also, taste and oodor occurance in treated water caused by biological activity or DBP’s in distribution systems should be avoided. In this study, potential causes of taste and odor occurance during the travel of water from reservoir to consumer’s tap is stated along with the solutions.

26.Comparison of Dewatering Characteristics of Chemically Conditioned Sludge and Freeze/ Thawed Sludge
Gülbin Erden, Ayşe Filibeli
doi: 10.5505/pajes.2017.62443  Pages 1157 - 1160
Atıksu arıtma işlemleri sonucunda oluşan çamur, partikül ve su fazlarını içeren heterojen bir materyaldir. Çamurdan su fazının ayrılması oldukça zordur. Mekanik susuzlaştırma ünitelerinden önce çamura uygulanan şartlandırma prosesleri çamurların su verme özelliklerinin geliştirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı kimyasal olarak şartlandırılmış çamur ve dondurulup çözdürülmüş çamurun su verme özelliklerinin özgül filtre direnci (ÖFD), çamur keki katı madde içeriği (KM) ve kapiler emme süresi (KES) parametre değerlerinin belirlenmesi ile karşılaştırılmasıdır. Deneysel çalışmada, İzmir (Türkiye)’de bulunan bir kentsel atıksu arıtma tesisi çamurları kullanılmıştır. Kimyasal şartlandırma deneylerinde çamurlar farklı dozlardaki polimer ile klasik jar testi metodu kullanılarak şartlandırılmıştır. Dondurma/ çözme yöntemi ile şartlandırma çalışmalarında ise çamur örnekleri -16.5 °C’de farklı donma hızlarında dondurulmuş ve sonra 21±1°C’de çözme süresinin su alma performansına etkisini belirlemek amacıyla farklı çözme sürelerinde çözdürülmüştür. 25 mg/L polimer dozu ve 2.71 mm/sa donma hızı çamur şartlandırma için en uygun koşul olarak belirlenmiştir. 8.13 mm/sa’ den daha hızlı dondurma işlemi çamurun şartlandırılması için yeterli olmamıştır. Yanı sıra, çözme süresinin çamur şartlandırma performansı üzerinde önemli bir etkisi olmadığı belirlenmiştir. Çalışmanın bir sonucu olarak, Kimyasal şartlandırılmış çamur ile dondurma/çözme ile şartlandırılan çamurların su verme özellikleri birbirine oldukça yakın olduğu belirlenmiştir. 25 mg/L polimer uygulamasında KES ve ÖFD değerlerindeki azalma sırasıyla %76 ve %75 iken ve 2.71 mm/sa dondurma hızı uygulaması sırasıyla %79 ve %76 KES ve ÖFD azalmasına sebep olmuştur. Çalışmanın diğer bir sonucu ise dondurma/çözme ile şartlandırdılmış çamurların kimyasal şartlandırılmış çamurlara oranla vakum filtrasyonu sonrasında daha yüksek katı madde içeriklerine ulaşmasıdır.
Sludge obtained after wastewater treatment facilities is a heterogeneous material contained particle and water phases. Water phase is very difficult to separate from sludge. Conditioning processes applied to sludge before mechanical dewatering units have been used to improve sludge dewatering properties. The objective of this study was to compare dewatering properties of chemically conditioned sludge and freeze/thawed sludge as determined by mainly specific resistance to filtration (SRF), dry solids content of sludge cake (DS), and capillary suction time (CST) parameters. The experimental studies were carried out with mixed sludge samples taken from a municipal wastewater treatment plant in Turkey. In chemical conditioning experiments, sludge samples were conditioned with different dosages of polymer using classical jar test method. In freeze/thaw conditioning experiments, samples were frozen at -16.5 °C at different freezing rates and then thawed at 21±1°C at different times in order to determine the effect of thawing time on dewatering performance. 25 mg/L polymer dose and 2.71 mm/h freezing rate were found to be optimum in terms of sludge conditioning. Rapid freezing that is higher than 8.13 mm/h could not sufficiently condition the sludge and there was no significant effect of thawing time on conditioning performance. Dewatering properties of chemically conditioned sludge and freeze/thawed sludge was determined as very close to each other. While CST and SRF reductions were calculated as 76% and 75%, respectively at 25 mg/L polymer dosage, 2.71 mm/h freezing rate application caused 79% and 76% reduction in CST and SRF, respectively.

27.Use of Treated Municipal Wastewater for Agricultural Irrigation
Mesut Ak, İlayda Top
doi: 10.5505/pajes.2017.89577  Pages 1161 - 1168
Dünya’da suya olan ihtiyacın gün geçtikçe artmasına bağlı olarak özellikle kentsel atıksular hacimleri ve içerdikleri besin maddeleri nedeniyle tarımsal sulamada cazip hale gelmiştir. Atıksular Dünya’nın birçok bölgesinde su kıtlığı ya da ekonomik nedenlerle tarımsal sulamada yaygın bir şekilde arıtılarak, kısmi arıtılarak, seyreltilerek ya da hiç arıtılmadan kullanılmaktadır. Fakat çoğu endüstriyel atıksuya kıyasla kentsel atıksular daha az kompleks ve kolay giderilebilir kirleticiler içerse de bu kirleticiler giderilmedikleri takdirde kısa ve uzun dönemde insan ve çevre için tehdit oluşturmaktadır. Bu kirleticilerden en önemlisi insan sağlığını direk tehdit eden patojenlerdir. Patojenler haricinde atıksu içerisinde birçok askıda ya da çözünmüş organik ve inorganik kirletici bulunmaktadır. Bu kirleticiler de uzun dönemli bir sulama sonucunda birikerek toprak yapısında fiziksel ve kimyasal bozulmalara, yerüstü ve yeraltı sularında direk ya da dolaylı yoldan insan hayatını tehdit edecek kirlenmelere neden olmaktadır. Bu nedenle sürdürülebilir bir tarımsal sulama için atıksuların bu amaçla kullanımları öncesi muhakkak uygun bir şekilde arıtılmaları ve kirletici konsantrasyonlarının sürekli kontrol edilmesi gerekmektedir. Arıtmanın derecesi ve kullanılacak teknolojiler o ülkenin ya da Dünya Sağlık Teşkilatı’nın belirlediği kirleticiler ve limit değerleri esas alınarak seçilebilir. Yapılan birçok çalışma uygun bir şekilde arıtılmış atıksuların tarımsal sulamada çiğ yenen meyve ve sebzeler de dahil olmak üzere kullanılabileceğini göstermiştir.
Owing to the growing need for water in the world, urban wastewaters has become attractive in agricultural irrigation especially due to their volume and nutrient contain. Wastewater is used in many parts of the world in a widespread manner, by treated, by partial treated, by dilution or by no treated, for water scarcity or economic reasons in agricultural irrigation. But compared to most industrial wastewater, urban wastewaters are less complex and contain easily removable pollutants, but they are a threat to human and environment in the short and long term if these pollutants are not removed. The most important of these pollutants are pathogens directly threatening human health. Except pathogens, there are many suspended or dissolved organic and inorganic contaminants in wastewater. These pollutants accumulate in the result of long-term irrigation, resulting in physical and chemical deteriorations in soil structure and contamination of surfaces and groundwater threatening human life directly or indirectly. For this reason, for sustainable agricultural irrigation, wastewaters must be purified appropriately before their use for this purpose, and pollutant concentrations must be constantly controlled. The grade of the treatment and the technologies to be used can be selected based on the pollutants and limit values determined by that country or the World Health Organization. Many studies have shown that suitably treated wastewaters can be used in agricultural irrigation, including raw fruits and vegetables.

28.The Examination for Pollution of the Soils due to Highways and Traffic
Hakan Çelebi, Gülden Gök
doi: 10.5505/pajes.2016.55632  Pages 1169 - 1178
Ülkemizde gelişmekte olan illerde nüfus artışına bağlı olarak araç sayısında ve trafikte yoğunluklar her geçen gün artmaktadır. Bu durum sosyo-ekonomik açıdan gelişme olarak değerlendirilse de çevreye (toprak-su-hava) olumsuz ekolojik etkileri olmaktadır. Otoyollar, şehirlerde yapılan önemli ve bir o kadar da gerekli mühendislik yapılarındandırlar. Özellikle şehirleri birbirine bağlayarak sosyo-ekonomik ve diğer alanlarda etkili bir konuma sahiptirler. Günümüzde artan otoyol taşımacılığı, hızlı şehirleşme ve artan araç sayısı trafikten kaynaklı ağır metal kirliliğini önemli bir konu haline getirmiştir. Toprakların ağır metaller ile yüksek oranda kirlenmeleri otoyollara yakınlıklarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerle toprağa ulaşan ağır metallerin topraktan uzaklaştırılmasının zor olması nedeniyle toprak kirliliği önemli bir çevre sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada otoyol kenarlarında yer alan toprakların kirlilik durumu üzerine yapılan çalışmalar, kirleticilerin kaynakları ve dağılımı incelenmiştir.
In the developing provinces of our country, the traffic jam and the number of vehicles gradually increased over day, which is related to the population growth. This situation could be identified as the socio-economic development. However, it led to negative effects on soil-water-air. Highways are important and necessary engineering structures in the cities, which connect different cities and have an important effect on the socio-economic development and other areas. Today, because of increasing highway transport, the rapid urbanization and higher number of vehicles, heavy metal pollution of traffic become an important issue. For that reason, in these places soil pollution level is an important environmental problem, as it is difficult to remove heavy metals from the soil. Soils are close to the highways, leading to higher level of pollution due to heavy metals. This study examines previous researches on the pollution of lands, sources and distribution of pollutants which are located close to the highways.

29.NUMKey: An identification database program for B-forms of Nummulites species (foraminifera; Paleogene) for Windows and Android operaing systems
Ali Deveciler, Sinan Akıska
doi: 10.5505/pajes.2018.42103  Pages 1179 - 1187
Nummulites Palojen devri için karakteristik bir taksondur. Birçok tür barındıran bu cins için tür tanımı yapmak oldukça zaman almaktadır. Bu yüzden, NUMKey bu cinsin türlerinin tanımlarında paleontologlara kolaylık sağlayan bir araç olarak geliştirilmiştir. Bu program, 138 Nummulites türünün mikrosferik bireylerinin tanımlanması için Visual Basic ile Windows işletim sistemi, Java (Eclipse) ile Android mobil işletim sistemi için yazılmıştır. Türlerin tanımlanması için önemli olan; granül, kavkı şekli, bölme izleri, ergin evredeki bölme şekli, locanın H-L oranı ve merkezi düğme gibi fiziksel özellikler veri tabanına girilmiştir. Programın açık kaynak kodlu olması, hem veri tabanında hem de kaynak kodunda değişiklikler yapmaya izin vermektedir.
Nummulites is an index taxon for the Paleogene period. Because of the numerous species of this genus, it takes some time to identify and describe the species. Thus, NUMKey has been developed as a tool to provide convenience for paleontologist in definition of Nummulites species. This program has been written for a Windows operating systems with Visual Basic and an Android mobile systems with Java (Eclipse) to determine microspheric specimens of 138 Nummulites species. Important physical characteristics for identifying the species—such as granulation, shape of test, septal filaments, shape of septa at adult stage, H–L ratio of a chamber and central knob—have been entered into the database. Since the program includes an open-source code, this aspect permits the modifications both on the source code and the database.

30.Quaternary Aged Vertebrate (Mammals) Fossil Findings from Denizli Basin and their Significance
Hüseyin Erten
doi: 10.5505/pajes.2017.33269  Pages 1188 - 1191
Denizli havzası batı Anadolu da yer alır ve alt orta Miyosen-Kuvaterner yaşlı karasal tortulları barındırır. Bu karasal tortullarda pek çok memeli fosil lokalitesi bulunmuştur. Özellikle Kuvaterner döneminde bulunan küçük-büyük memeli fosilleri, cins ve tür açısından oldukça zengindir ve çoğunlukla Anadolu daki ilk bulgulardır. Bu fosil gruplarından küçük memeli olanları Tosunlar faormasyonun taban bölümündeki akarsu tortullarında bulunmuştur (Gökpınar lokalitesi). Büyük omurgalı (memeli) olanlar ise yine Tosunlar formasyonu içerisinde yer alan ve mermercilik alanında kullanılan travertenlerin farklı seviyelerinde bulunmuştur. Yeni cins ve türlerinde bulunduğu bu fosiller grupları Anadolu’nun Kuvaterner dönemi paleofaunasının belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Denizli Basin is located in Western Anatolia and it includes lower middle Miocene-Quaternary aged terrestrial sediments. Several mammal fossil localities have been found out in these terrestrial sediments. Especially, small-large mammal fossils from Quaternary period are quite rich in terms of genus and species and they are mostly the first findings in Anatolia. Small mammal fossils have been identified in the fluvial sediments in the lower levels of Tosunlar formation (Gökpınar locality). However, large vertebrate (mammals) fossils have been identified in the different levels of travertines which are again part of Tosunlar formation and used in marble industry. These fossil groups, which include new genus and species, have significant role in the identification of the paleofauna of Anatolia in Quaternary period.

31.Organic geochemical characteristics and depositional environment of Late Miocene aged Honaz (Denizli) coal series
Demet Banu Koralay
doi: 10.5505/pajes.2018.93708  Pages 1192 - 1199
Bu çalışmada, Üst Miyosen’de çökelmiş olan Honaz-Kocapınar (Denizli) kömürlü birimlerinin organik petrografik ve organik jeokimyasal özelliklerini inceleyerek, paleo çökelme ortamına açıklık getirilmeye çalışılmıştır. İncelenen örneklerin toplam organik karbon miktarları % 5.51 ile 51.80 (ortalama % 23.66) arasındadır. Ortalama HI ve Tmax değerleri sırasıyla, 71 mg HC/g TOC ve 410 oC’dir. Piroliz analiz sonuçlarına göre Tip III kerojen hakimdir. Örneklerin organik bileşenlerini hüminit ve liptinit grubu maseraller oluşturur. Oldukça düşük değerlerdeki hüminit/vitrinit yansıması ve Tmax değerleri ile Ts/Ts+Tm, Ts/Tm, C30 Moretan/C30 Hopan oranları, ββ/(αα+ββ) C29 ve C28 izomerleri ve 20S/(20R+20S) steran oranları olgunlaşmamış organik maddeye işaret eder. Uzun zincirli n-alkanların hakim pikler olması, karbon tercih indeksi (CPI), karasal/sucul organik madde oranı (TAR), mumsuluk derecesi ve C29 Ts/(C29 Ts + C29 Norhopan) oranı karasal kökenli yüksek bitkilere işaret etmektedir. Piroliz analizi, maseral tayini ve biyomarker verileri ışığında Honaz-Kocapınar (Denizli) kömürlü seviyelerinin ısısal olarak olgunlaşmamış evrede olduğu, baskın olarak karasal organik madde içerdiği ve suboksik koşullarda çökeldiği belirlenmiştir.
In this study, paleo depositional environment was determined by examining the organic petrographic and organic geochemical characteristics of Upper Miocene coal series from Honaz-Kocapınar (Denizli). Total organic carbon amounts of investigated samples range from 5.51 to 51.80 wt. % (on average 23.66 wt. %). Average HI and Tmax values are respectively, 71 mg HC/g TOC and 410 oC. According to results of pyrolysis analysis, coal series contain Type III kerogen. The organic fraction of the samples is comprised of huminite and liptinite group macerals. Very low huminite/vitrinite reflection, Tmax values and Ts/Ts+Tm, Ts/Tm, C30 Moretane/C30 Hopane ratios, ββ/(αα+ββ) C29 and C28 isomers and 20S/(20R+20S) sterane ratios indicated that immature organic matter. Long-chain n-alkanes are dominant peaks and carbon preference index (CPI), terrestrial/aquatic ratio (TAR), degree of waxiness and C29 Ts/(C29 Ts + C29 Norhopane) ratio indicates that terrestrial high plants. Pyrolysis analysis, maceral determination and biomarker data showed that Honaz-Kocapınar (Denizli) coal series in termally immature stage, containing predominantly terrestrial organic matter, and deposited sub-oxic conditions.

32.Determination of Relative Tectonic Activity of the Honaz Fault (SW Turkey) Using Geomorphic Indices
Savaş Topal, Mehmet Özkul
doi: 10.5505/pajes.2017.18199  Pages 1200 - 1208
Bu çalışmada, Honaz fayının göreceli tektonik aktivitenin belirlenmesi için, dağ önü sinüslülük oranı (Smf), üçgen yüzler, vadi taban genişliğinin vadi yüksekliğine oranı (Vf), drenaj havzası asimetrisi (AF), hiposometrik integral (HI) ve drenaj havzası şekli (Bs) gibi jeomorfik indisler hesaplanmıştır. İndis analizlerinin sonuçları değerlendirilmiş ve daha sonra göreceli tektonik aktivite indisi (Iat) olarak tekrar değerlendirme yapılmıştır. Farklı Iat değerlerine dayanarak, sonuçları nispeten en düşükten en yüksek tektonik aktiviteye kadar dört sınıfa bölünmüştür. Honaz Fayı ile Honaz Dağı arasındaki drenaj havzası alanı, göreceli tektonik aktiviteyi test etmek için ideal bir yerdir. Honaz Dağı'nın kuzey sınır fayı olan Honaz fayı morfolojik olarak Karateke ve Honaz segmentlerine ayrılmıştır. Bu iki segmentte hesaplanan indis değerleri, Smf (1.12-1.41), üçgen yüzeyler (Lf / Ls: 0.3-0.46), Vf (0.08-0.7), AF (32-77), HI (0.1-0.6) ve Bs (1.53-5.06)’dır. Bu çalışmanın sonuçları Honaz Fayının özellikle orta kesimlerinde çok yüksek ve yüksek tektonik aktivitenin varlığını ortaya koymaktadır. Araştırmanın sonucu, Honaz Dağı’nın bu bölümünün jeomorfik evriminde neotektonizmanın önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Elde edilen sonuçların yanı sıra bölgedeki sismik aktivite, sıcak su kaynaklarına bağlı traverten oluşumları ve fay hatlarının önündeki alüvyon yelpazelerinin varlığı bölgedeki yüksek tektonik aktiviteyi desteklemektedir.
In this study, in order to determine relative tectonic activity of the Honaz Fault, geomorphic indices such as mountain front sinuosity (Smf), triangular facets, ratio of valley-floor width to valley height (Vf), drainage basin asymmetry (AF), hypsometric integral (HI), and drainage basin shape (Bs) have been calculated. The results of the indice analysis were evaluated and then index of the relative tectonic activity (Iat) were re-evaluated. Base on the different Iat values, the results were divided into four classes that range from the relatively lowest to the relatively highest tectonic activity. The area of drainage basin between the Honaz Fault and the Honaz Mountain is an ideal place in order to test the relative tectonic activity. The Honaz fault that is the north boundary fault of the Honaz Mountain has been divided into the Karateke segment and Honaz segment. The indice values calculated from these segments are Smf (1.12-1.41), triangular facets (Lf / Ls: 0.3-0.46), Vf (0.08-0.7), AF (32-77), HI (0.1-0.6) and Bs (1.53-5.06)’dır. The results of this study exhibit the presence of very high to high tectonic activity especially in the central part of the Honaz Fault. Based the results, the neotectonics played an important role in geomorphic evolution of this part of the Honaz Mountain. Besides the results obtained, evidence of the seismic activity, travertine occurrences from thermal springs, alluvial fans in front of the fault zones support high tectonic activity in the region.

33.The Potential Usage of Nepheline Syenite in Ceramic Industry: Example of Buzlukdag
Kıymet Deniz, Yusuf Kağan Kadıoğlu
doi: 10.5505/pajes.2017.80947  Pages 1209 - 1219
Feldispat ve kil mineralleri cam ve seramik sanayinde yıllardır ham madde olarak kullanılmaktadır. Bunların dışında feldispatoyid (başlıca nefelin) grubu minerallerin seramik sanayinde kullanımının özellikle pişirme sıcaklığını düşürmesi, düşük viskositeye sahip oluşu, camsı fazın hızlı gelişimine neden olması, kuvarsa karşı yüksek reaktivite göstermesi ile birçok avantaja sahip olduğu görülmüş ve kullanımı giderek yaygınlaşmıştır. Feldispatoyid mineralleri alkali magmatik kayaların, silikaca doygun olmayan siyenit bileşimindeki kayaların içerisinde fazla oranda bulunmaktadır. İç Anadolu Bölgesi’nde nefelin içerikli siyenitler diğer felsik kayalara göre daha az yayılım göstermektedir. Buzlukdağı nefelin siyeniti İç Anadolu’da Kırşehir’in kuzeybatısındaki en büyük ve en taze alkali intrüzif kütlelerden birini temsil etmektedir. İntrüzif kütle doku özelliklerine ve tane boyutlarına göre üç alt guruba ayrılmıştır. Bunlar iri, orta ve ince kristalen nefelin siyenittir. Bu kayalar farklı renk tonlarında ve farklı mineral oranlarında benzer mineral bileşimine sahiptirler. Çoğunlukla nefelin (%19.1–54.2), K-Feldispat (ortoklaz) (%41.3–69), oligoklaz (%1.2–17.8), piroksen (%0.3–4.9), biyotit (%0.3–2.5), amfibol (%0.6–1.1) ile az oranda melanit (%0.3–11.7), kankrinit, sfen (%0.4–1.2) ve opak minerallerden (%0.1–2.5) meydana gelmektedirler. Buzlukdağ nefelin siyenitlerinin hem Na2O/K2O oranının %0.38–1.12 (ortalama %0.70) arasında olmasıyla hem de K2O/Na2O’nun %0.89–2.66 arasında (ortalama %1.53) yer alması seramik ve cam sanayisi için kullanıma elverişli olduğunu göstermektedir. Çalışma alanı dünya siyenitleri ile karşılaştırıldığında nefelin içeriklerinin oldukça yüksek ve opak mineral miktarların buna karşılık çok düşük oluşu, nefelin ve ortoklaz gibi felsik minerallerin içerisinde küçük kristaller halindeki magnetit ve ilmenit mineral kapanımlarını az oranda ve bağımsız kristaller halinde içermesi nedeniyle bu kayaların endüstriyel hammadde kullanılma potansiyelini olumlu yönde etkilemektedir.
Feldspar and clay minerals have been used in glass and ceramics industry for many years as raw material. Apart from these, feldspathoid (especially nepheline) group minerals are commonly used in ceramic industry because of their advantages such as decreasing firing temperature, lower viscosity, effect on rapid growth of glassy phase and high reactivity against quartz. Feldspathoid minerals are abundant within the alkaline igneous rocks, especially silica unsaturated syenitic rocks. Nepheline bearing syenites give limited outcrops compared to felsic rocks within Central Anatolia. Buzlukdağ nepheline syenite represents one of the largest and unaltered alkaline intrusive body in Central Anatolia and located in the northwest of Kırşehir. Buzlukdağ nepheline syenite is differentiated into three subgroups (coarse, medium and fine crystalline) according to textural features and grain sizes. Both subgroups have similar mineral composition but different colors and mineral proportions. Main mineral composition is nepheline (19.1-54.2%), K-feldspar (orthoclase) (41.3-69%), oligoclase (1.2-17.8%), pyroxene (0.3-4.9%), biotite (0.3-2.5%), amphibole (0.6-1.1%) with lesser amounts of melanite (0.3-11.7%), cancrinite, sphene (0.4-1.2%) and opaque minerals (0.1-2.5%). Buzlukdag nepheline syenites have K2O/Na2O and Na2O/K2O ratios between 0.38-1.12% (mean 0.70%) and 0.89-2.66% (1.53% on average) respectively, thus they are very suitable for ceramic and glass industries. As a result, Buzlukdağ nepheline syenites have great potential in industrial uses with their high nepheline + low opaque mineral content, limited inclusions of magnetite and ilmenite within felsic minerals like orthoclase and nepheline and also presence of individual magnetite and ilmenite crystals compared to syenites around the world.

34.Determination of engineering properties of granodiorites at Deriner dam site by using seismic refraction method (Artvin)
Hamit Çakıcı
doi: 10.5505/pajes.2017.99076  Pages 1220 - 1229
Süreksizlik içeren kaya kütlelerinin dayanım özelliklerinin belirlenmesinde, jeolojik çalışmaların yanında jeofizik yöntemlerin uygulanmasıda çok daha doğru ve güvenilir sonuçların elde edilmesini sağlar.Bu çalışmada Deriner (Artvin) Baraj yerinde sağ ve sol sahilde jeolojik yapı dikkate alınarak 20 farklı noktada belirlenen profillerde kayaların elastik parametrelerinin ve kaya kalitelerinin belirlenmesi amacıyla arazide sismik kırılma ölçümleri yapılmıştır. Bu ölçümlerden çalışma alanındaki hakim kayaç türü granodiyorit kayaçlarının içinde yayılan elastik dalgaların (P- ve S- dalgaları) hesaplanmış ve bu hızlar kullanılarak yoğunluk (ρ), poisson oranı (υ), kesme modülü (G), bulk modülü (k) ve elastisite modülü (E_SKY ) hesaplanmıştır. Baraj yerinde kaya kütlesinin serbest basınç dayanımı (q_u ) enine dalga hızına (V_s ) bağlı olarak belirlenmiş olup, sismik ölçümlerin yapıldığı profillerden elde edilen boyuna dalga hızlarından (V_p ) yararlanılarak kaya kütlesinin sökülebilirliğinin sınıflaması yapılmıştır. Deriner baraj yerinde yüzeylenen granodiyoritin kaya kalitesi özelliği (RQD), 20 farklı yerde doğrudan yüzeylenmiş granodioritin yüzeyinde belirlenen ölçüm hatlarında yapılan çatlak sayısı ölçümlerden yararlanarak hesaplanmıştır. Çalışma alanına ait hız dağılım haritaları yapılmış ve baraj yerinde bulunan granodiyorit kaya kütlesinin RQD değerleri ile sismik kırılma yönteminden elde edilen V_s (m/sn),G (MPa) ve E_SKY (MPa) değerleri arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Araştırmada, önce bu özelliklere ait serpilme diyagramları çizilmiş ve belirtilen özellikler arasında doğrusal ilişkilerin olduğu tespit edilmiştir.
Application of geophysical methods besides geological studies in determining the resistance properties of rock mass including discontinuous provides much more accurate and reliable results. In this study, seismic refraction measurements were done in order to obtain the elastic parameters and quality of rocks at 20 different stations with determined profiles at the Deriner (Artvin) Dam site on both the right and left side. The density (ρ), the Poisson’s ratio (υ) the shear modulus (G), the bulk modulus (k) and the modulus of elasticity (E_SKY ) were calculated by using the propagation velocities of elastic waves (P and S waves) within the granodiorite which is dominant rock in the area. The free compressive strength (q_u ) of the rock mass at the dam site has been calculated using the shear wave velocity (V_s ), and the rippability of the rock mass was classified by using the longitudinal wave velocities (V_p ) obtained in the profiles where seismic measurements were done. The rock quality designation(RQD) features of granodiorite outcroped at the Deriner dam site was calculated by utilizing the crack number technique directly on the surface on granodiorite in seismic measurement profile at 20 different stations. The maps of the velocity distributions of the study area obtained in these measurements are given. The relationship between the percentage distribution of the RQD values of the granodiorite rock mass at the dam site and the V_s (m/sn),G (MPa) and E_SKY (MPa) values obtained from the seismic refraction method are investigated. In the study, firstly, the scatter diagrams of these properties were ploted and linear relationships were found between the specified properties.

35.Determination of reinforced dry concrete strength by electrical resistivity method
Nevbahar Sabbağ, Osman Uyanık
doi: 10.5505/pajes.2017.76702  Pages 1230 - 1236
Bu çalışmada farklı dayanımlara göre tasarlanmış donatılı beton numunelerin kuru koşullarda görünür özdirenç değerlerinin değişimi araştırılmıştır. Bu amaçla 9 farklı beton tasarımına ait 150x150x150 mm boyutlarında küp numuneler hazırlanmıştır. Beton numunelerinin tam ortasına 10, 14 veya 20 mm çapında bir adet donatı yerleştirilmiş ve her çeşit numuneden 18 adet oluşturulmuştur. Hazırlanan bu numuneler hava kürüne tabi tutulmuştur. 90 gün boyunca belirli zaman dilimlerinde numunelerin farklı yüzeylerinden elektrik yöntem uygulanarak numunelerin görünür özdirenç değerleri belirlenmiştir. Ayrıca 7., 28. ve 90. günlerde 3’er adet numunenin Tek Eksenli Basınç dayanımları ölçülerek ortalamalarından beton dayanımı belirlenmiştir. Yapılan bu çalışmalardan elde edilen görünür özdirenç ve beton dayanım değerlerinin zamana bağlı değişimi ortaya konulmuştur. Ayrıca basınç dayanımları ve görünür özdirenç değerleri arasındaki ilişkiler her bir donatı çapı için ayrı ayrı belirlenmiştir. Sonuç olarak kuru koşullarda farklı dayanımlardaki betonların görünür özdirenç değerleri beton basınç dayanımlarının artmasına bağlı olarak azalmaktadır. Bu araştırma, kuru haldeki betonun dayanımının yerinde belirlenmesine tahribatsız bir yaklaşım olup hem zaman hem de ekonomik açıdan katkı sağlamaktadır.
In this study, change of the apparent resistivity values was investigated on reinforced concrete samples designed with different strength in dry conditions. For this purpose, studies were conducted with 150x150x150 mm cubic samples of 9 different concrete designs. A piece of 10, 14 or 20 mm diameter reinforcement was placed in the middle of concrete samples and 18 samples were prepared for all types of them. Prepared these samples were subjected to the air cure. The apparent resistivity values of the samples were determined by electrical method on different surfaces of the sample at specific time periods of during the 90 days. Furthermore, the concrete strength was determined from average of 3 samples by uniaxial compressive strength test of each sample on 7th, 28th and 90th days. The time dependence change of the apparent resistivity and concrete strength values obtained from these studies was presented. In addition, the relationships between the compressive strengths and the resistivity values were determined separately for each reinforcement diameter. As a result, the apparent resistivity values decrease with increasing concrete compressive strengths in dry conditions concrete of different strengths. This research is a non-destructive approach to determining the strength of concrete in dry condition in-situ and it contributes both time and economically.

36.Characteristics of clays from Pamukkale (Denizli) region, and their usability in ceramic sector
Barış Semiz
doi: 10.5505/pajes.2017.77853  Pages 1237 - 1244
Pamukkale (Denizli) bölgesinin kuzeydoğusunda yüzeyleyen Asartepe (LE2) ve Kızılburun (LE3 ve LE4) formasyonlarından alınan üç adet kil örneğinin fiziko-kimyasal, mineralojik ve termal özelliklerini incelemek için X-ışını floresans, termal analiz, X-ışını kırınımı, Atterberg limitleri ve tane boyu analizi yöntemleri kullanılmıştır. Farklı birimlerden alınan bu killerin kimyasal ve mineralojik bileşimleri arasında çok büyük farklılıkların olmadıkları tespit edilmiştir. Mineralojik olarak, kırmızı killerin (LE2) kuvars, az oranda hematit, kil minerali olarak ise illit, az oranda kaolinit, klorit/simektit ve klorit içerdiği belirlenmiştir. Marnlı killerin ise (LE3 ve LE4) kuvars, kalsit ve piroksen içerdikleri kil minerali olarak da illit ve az klorit, kaolinit ve klorit/simektit içerdikleri tespit edilmiştir. Kimyasal bileşim açısından, kırmızı killer yüksek miktarda SiO2 (%52.0), Fe2O3 (%7.7) ve Al2O3 (%19.2) içermekte marnlı killer ise daha az oranda SiO2 (%40.1-44.5) ve Al2O3 (%12.7-14.0) ve yüksek oranda CaO (13.2-16.5) ve MgO (%3.6-3.8) içerdikleri gözlenmektedir. Tüm kil örneklerinin kızdırma kayıplarının (%14.2-17.7) yüksek olduğu belirlenmiştir. Endüstriyel uygunluk değerlendirilmeleri kırmızı killerin yaygın tuğla imalatı için yeterli özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, marnlı killer ise ince cidarlı delikli ürünlerin imalatı için yeterli özelliklere sahip olup, bazı değişikliklerle yaygın tuğla imalatında da kullanılabilirler.
X-Ray fluorescence, thermal analyses, X-Ray diffractions, Attenberg limits, and particle size analyses are used to determine mineralogical, physico-chemical, and thermal properties of three clays from the Asartepe (LE2) and Kızılburun (LE3 and LE4) formations from northeastern of the Pamukkale (Denizli) region. There are no significant differences between the samples with respect to their chemical and mineralogical compositions. Mineralogically, red clays (LE2) comprise mainly quartz and small amount hematite, illite as clay minerals, and chlorite, kaolinite and chlorite/smectite as minor clay minerals. Marl clays (LE3 and LE4) were also rich in quartz, calcite, and pyroxene minerals, illite and a small amount of chlorite, kaolinite and chlorite/smectite as a clay minerals. Chemically, red clays consist of high amount of SiO2 (%52.0), Fe2O3 (%7.7) and Al2O3 (%19.2) and marly clays have also lower SiO2 (%40.1-44.5), Al2O3 (%12.7-14.0), and higher CaO (13.2-16.5) and MgO (%3.6-3.8) compositions. LOI (%14.2-17.7) contents of the all clay samples are high. As a result, in industrial suitability point of view, characteristics of red clays are suitable for common brick manufacturing. However, marly clays have favourable properties for thin-walled hollow brick production and can be used for manufacturing of common brick with some modification.

LookUs & Online Makale