E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Pamukkale University Journal of Engineering Sciences - Pamukkale Univ Muh Bilim Derg: 25 (6)
Volume: 25  Issue: 6 - 2019
1.Cover-Contents
Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Dergisi
Pages I - VI

2.Investigation of concrete compressive strength of existing buildings depending on number of core samples
Mehmet İnel, Bayram Tanık Çaycı, Hayri Baytan Özmen
doi: 10.5505/pajes.2018.00236  Pages 621 - 626
Beton basınç dayanımı betonarme yapıların sismik performansını etkileyen en önemli parametrelerden birisidir. Taşıyıcı sistem elemanlarından karot numunesi alınması, basınç dayanımının tayininde kullanılan en yaygın yöntemlerden birisidir. Ancak yapı büyüklüğüne de bağlı olarak hesaplanan beton basınç dayanımı alınan karot sayısına göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu nedenle mevcut basınç dayanımının doğru şekilde tahmin edilebilmesi için optimum sayıda karot numunesi alınması büyük önem arz etmektedir. Gerçekleştirilen çalışmada bina mevcut beton dayanımının daha düşük sayıda karot numunesi ile tahmin edilmesinin mümkün olup olmadığı araştırılmıştır. Bu kapsamda Simav depremi sırasında az ve orta hasarlı olarak belirlenen 148 binadan alınan karot numuneleri kullanılmıştır. Alınan karot numunelerinin %50’si ve %70’i rastgele seçilerek her bina için 15 farklı set oluşturulmuştur. Oluşturulan setlerden hesaplanan basınç dayanım değerleri ile tüm karot numuneleri için hesaplanan basınç dayanımları karşılaştırılarak daha az sayısa karot numunesi alınması durumunda mevcut dayanımın ne ölçüde tahmin edilebildiği incelenmiştir. Ayrıca beton basınç dayanımının katlara göre değişkenliği ve zemin kat gibi belirli bir katın bina basınç dayanımını ne ölçüde yansıttığı da incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar incelendiğinde geniş ölçekli hızlı değerlendirme çalışmalarında ilgili yönetmeliklerce alınması gereken minimum karot sayısının %50’sinin kullanımın ortalama dayanımı 8 MPa’dan yüksek binalar için mümkün olduğu değerlendirilmektedir. Ortalama basınç dayanımı 8 MPa’dan daha düşük binalar içinse gerekli minimum karot sayısının %70’nin kullanılması mümkün görülmektedir.
Concrete strength is one of the most critical parameters that affect the seismic performance of reinforced concrete constructions. One of the common methods to determine the concrete compressive strength is to take core samples from structural members. However, the number of taken core samples –based on the size of the construction–is important for reliable results, especially in old constructions. This study aims to investigate the possibility of determination of the concrete compressive strength values of existing buildings using lower number of core samples than the required number of cores. For this purpose, experimental results of core samples taken from 148 slightly or moderately damaged reinforced concrete buildings during 2011 Simav Earthquake. Concrete compressive strength values based on 15 different sets obtained by using 50% and 70% of the core samples of each building are compared. The compressive strength values calculated from the sets were compared with the average compressive strengths of all core samples to investigate accuracy of estimation of compressive strength with using lower number of core samples. The study also investigates whether there is a significant difference between samples taken from a single story (i.e. ground story) compared to the whole building. It is concluded that the use of %50 of the required core samples is possible for the rapid assessment or large-scale field investigation studies when the obtained concrete strength is equal to or greater than 8 MPa. However, additional core samples to complete 70% of the code required samples are required for concrete strength values lower than 8 MPa.

3.The effects of polycarboxylate-based superplasticizers on the rheological behaviours of cement pastes containing silica fume
Sıddıka Gamze Erzengin
doi: 10.5505/pajes.2019.06787  Pages 627 - 634
İnşaat sektöründe üstün özelliklere sahip çimento-esaslı yapı malzemelerine olan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Bu çalışmada, beton karışımlara yüksek oranda akışkanlık sağlayan yeni nesil polikarboksilat bazlı süperakışkanlaştırıcıların farklı türevleri sentezlenmiş, karakterize edilmiş ve silis dumanı içeren çimento hamurlarında performansları test edilmiştir. Farklı moleküler yapılara sahip bu polimerlerin çimento hamurlarının akışkanlık özelliklerine etkileri Kantro mini-çökme konisi ve reometre ile zaman bağlı olarak belirlenmiştir. Reolojik davranışların incelenmesinde Bingham ve Herschel-Bulkley olmak üzere iki farklı model yaklaşımı kullanılmıştır. Sonuç olarak, süperakışkanlaştırıcı yapısında fumarik asit gibi bir dikarboksilik asit bulunmasının hamurların işlenebilirliği ve işlenebilirliğin zamana bağlı korunmasında bir miktar etkileri olduğu belirlenmiştir. Sentezlenen süperakışkanlaştırıcıların hamur yayılma çapını %100’ün çok üzerinde arttırdığı, katkısız hamurla yapılan karşılaştırmalarda görülmüştür. Ayrıca çimento içerisinde yüksek performansları bilinen polikarboksilat bazlı katkıların, bu çalışma ile silis dumanı ve çimentoyu birlikte içeren karışımların da zamana bağlı (2 saat) etkin akışkanlık davranışı için tercih edilebileceği anlaşılmıştır.
In construction sector, the necessity to cement-based materials having superior properties is increasing day by day. In this study, novel forms of new generation polycarboxylate based superplasticizers which provide higher fluidity to concrete mixtures were synthesized, characterized and their performances in cement pastes containing silica fume were tested. The influences of polymers possessing different molecular structures on the flow properties of cement pastes were determined with Kantro mini-slump cone and rheometer by time. Two different model approaches as Bingham and Herschel-Bulkley were used to examine rheological behaviours. Consequently it was determined that, the existence of dicarboxylic acid as fumaric acid in superplasticizer structure have a few effects on pastes’ workability and workability retention by time. Comparing with plain paste it was seen that, synthesized superplasticizers increase the flow diameter of paste more than 100%. Additionally, with this study it was also understood that polycarboxylate-based admixtures known to have high performances in cement can be preferrable for time-dependent (2 hours) effective flow behaviours of mixtures containing both silica fume and cement together.

4.Lateral torsional buckling of doubly symmetric I-shaped steel members under linear moment gradient
Ertuğrul Türker Uzun, Mutlu Seçer
doi: 10.5505/pajes.2018.46656  Pages 635 - 642
Çelik yapılardaki teknik gelişmeler ve daha geniş uygulama alanları nedeniyle yapısal stabilite problemleri üzerine yapılan araştırmaların önemi artmaktadır. Yanal burulmalı burkulma, özellikle kuvvetli eksenlerinde eğilmeye maruz kalmış çift simetri eksenli I-kesitli çelik elemanlar için önemli bir sorundur. Bu elemanlar yatay yer değiştirme ve dönmeye karşı uygun bir şekilde desteklenmezlerse, yük taşıma kapasitelerine ulaşamadan önce yanal burulmalı burkulma riski altındadırlar. Bu çalışmada, farklı uç moment etkisi altındaki çift simetri eksenli I-kesitli çelik elamanların elastik yanal burulmalı burkulma davranışı, önerilen bir yöntem ile birlikte çeşitli tasarım standartları, literatürdeki yaklaşımlar ve sonlu eleman analizleri dikkate alınarak incelenmiştir. Burada önerilen yöntem, doğrusal değişen moment etkisi altında yanal burulmalı burkulma davranışını temsil eden diferansiyel denklemin sonlu farklar yöntemi ile çözümüne dayanır. Kritik moment ve moment düzeltme faktörü açısından bu yaklaşımları karşılaştırmak ve değerlendirebilmek için farklı yatay yönde tutulma uzunlukları ve çeşitli uç moment değerleri dikkate alınmıştır. Analiz sonuçları, yanal burulmalı burkulmanın, eğilme altında bulunan çift simetri eksenli I-kesitli çelik elemanlar için önemli bir konu olduğu ve önerilen yöntem ile tasarım standartları, literatürdeki yaklaşımlar ve sonlu elemanlar sonuçları ile karşılaştırıldığında sonuçların tatmin edici bir şekilde yansıtıldığını göstermektedir.
Due to technical developments and wider range of applications in the steel structures, significance of the research on structural stability problems become forward. Lateral torsional buckling is a major problem especially for doubly symmetric I-shaped steel members subjected to flexure about their strong axis. If these members are not appropriately braced against lateral deflection and twisting, they are under the risk of failure by lateral torsional buckling prior to the reach their load carrying capacity. In this study, elastic lateral torsional buckling behavior of doubly symmetric I-shaped steel members under linear moment gradient is investigated considering a proposed method, several design standards and codes, approaches from the literature and finite element analysis. Proposed method herein is based on finite difference solution of lateral torsional buckling differential equation considering linear moment gradient. Different unbraced member lengths and various end moment values are considered in order to compare and evaluate these approaches in terms of critical moment and moment modification factor. Analysis results show that lateral torsional buckling is a key issue for doubly symmetric I-shaped steel members that are under flexure and it is reflected satisfactorily with the proposed method considering the design codes and standards, approaches from the literature and finite element analysis results.

5.A new approach for estimation of damping reduction factor of oriented ground motion records in an average sense
Gokhan Ozdemir, Beyhan Bayhan
doi: 10.5505/pajes.2018.70745  Pages 643 - 654
Bu çalışma, sönüm azaltma katsayısının, yer hareketinin yönüne bağlı değişimini incelemektedir. Bu amaçla, seçilen orijinal yer hareketlerinin, birbirine dik yatay bileşenleri, maksimum yer hızlarına göre gruplandırılmış ve bu yatay bileşenler, 0°’den 180°’ye kadar, 10°’lik artımlarla döndürülmüştür. Orijinal ve döndürülmüş kayıtlara ait sönüm azaltma katsayıları, %10, %20 ve %30 sönüm oranları için hesaplanmıştır. Daha sonra, sönüm azaltma katsayısındaki değişimi, yer hareketinin yönüne bağlı olarak hesap etmek amacıyla, basitleştirilmiş yeni bir yöntem önerilmiştir. Sonuçlar, yer hareketi yönünün, sönüm azaltma katsayısının hesabında önemli bir parametre olduğunu ve bu çalışmada önerilen yöntemin, periyot ve sönüm oranından bağımsız olarak, sönüm azaltma katsayısını ortalama bazda hesaplanması bakımından oldukça başarılı olduğu gösterilmiştir.
This study investigates the dependence of damping reduction factor on ground motion orientation. For this purpose, orthogonal horizontal components of selected as-recorded ground motions, clustered according to their peak ground velocity values, were rotated from 0o to 180o with increments of 10o. Damping reduction factors of all the rotated and original records were computed for damping ratios of %10, %20 and %30. Then, a new simplified method is proposed to estimate the variation in damping reduction factor due to ground motion orientation. The results indicate that ground motion orientation is a significant parameter in computation of damping reduction factor and proposed method is quite satisfactory in estimating damping reduction factor in an average sense regardless of the period and damping ratio.

6.Thermal changes in an artificial lake simulated using a one-dimensional numerical model
Talia Ekin Tokyay Sinha, Mehmet Yücel Yetgin
doi: 10.5505/pajes.2018.78871  Pages 655 - 664
Bu çalışma yüksek sıcaklıktaki suyun göl gibi akıntısız su kütlelerine verilmesini incelemektedir. Sayısal çalışmada PROBE isimli bir boyutlu (1B) sonlu hacim kodu kullanılmıştır. Kod, yüksek sıcaklıktaki suyun ve rüzgarın göl içindeki karışma süreçlerine etkisine, Koriolis etkisine ve güneş ışınımı etkisine açıklamalar getirmektedir. Bu koşullar nükleer santrallerdeki soğutma işlemleriyle alakalıdır. Göldeki mevsimsel doğal tabakalaşmanın ve termoklin formasyonunun sayısal analizinde ışık geçirim katsayısı, güneş ışınımı ve rüzgar hızı kalibre edilerek gerçek göl ölçüm sonuçlarına ulaşılmıştır. Göle su girişinde ve gölden su çıkışında oluşan termal tabakalaşma bir çok durum için çalışılmıştır. Çalışma, 1B modellemenin, bahsi geçen enerji santrallerinin soğutma işlemlerinde su giriş ve çıkışının uzun vadedeki sonuçlarının kısa sürede elde edilmesini gerektiren mühendislik uygulamalarında kullanışlı olduğunu göstermiştir.
This study focuses on release of high temperature water to still water bodies such as lakes and reservoirs. The numerical study is conducted using one dimensional (1D) finite volume code, PROBE. The code accounts for effect of high temperature water release, effect of wind over the lake in mixture processes, Coriolis’ effect and solar radiation. These conditions are relevant in cooling operations of nuclear power plants. Code validation is performed by reproducing natural stratification in a real lake and formation of a thermocline in summer via calibration of light extinction coefficient, solar radiation and wind velocity. The inflow and outflow of water to and from an artificial lake is studied under several scenarios when a thermal stratification exists. Study shows that 1D model is a viable tool in engineering applications when long term results of water withdrawal and release are required to be assessed in a short time during the cooling operation of aforementioned power plants.

7.Drought Analysis in Mediteranean Region
Ülker Güner Bacanlı, Gözde Nur Akşan
doi: 10.5505/pajes.2019.64507  Pages 665 - 671
Kuraklık gizlice gelişen bir doğal afettir. Bu çalışmada Standartlaştırılmış Yağış Evapotranspirasyon İndeksi (SPEI) Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde ilk kez uygulanmıştır. 8 meteoroloji gözlem istasyonun sıcaklık ve yağış verileri kullanılmıştır. Verilere göre 8 istasyon (Adana, Antalya, Burdur, Hatay/Antakya, Isparta, Kahramanmaraş, Mersin ve Osmaniye) 1970-2018 yılları arasında gözlem yapılmıştır. Her bir istasyon için 1, 3, 6, 9 ve 12 aylık SPEI değerlerinin frekans analizleri hesaplanmıştır. Aylık (1, 3, 6, 9 ve 12 aylık) frekans değerleri arasında kulak ve sulak dönemlerin dağılımlarının karşılaştırılmasının yapılması amaçlanmıştır. Bulunan SPEI değerlerinin kuraklık sınıflarında ne kadar mevcut olduğu ve bu mevcudiyet üzerinden karşılaştırmalar yapılmıştır.
Sonuç olarak Akdeniz Bölgesindeki tüm istasyonlarda elde edilen veriler hafif kuraklık ile normale yakınlık arasındadır. Hem normale yakın hem de kurak durumlarda Mersin maximum değerler almıştır. Minimum değerlere bakıldığında ise diğer istasyonlara kıyasla Adana hem sulak hem de kurak durumlarda en az yüzdelik değerlerine sahiptir.
Drought is a natural disaster developing secretly.
In this study, Standardized Precipitation Evapotranspiration Index (SPEI) has been applied for in Turkey's Mediterranean Region. Temperature and precipitation data were used for 8 meteorological observation stations. According to the data, 8 stations (Adana, Antalya, Burdur, Hatay / Antakya, Isparta, Kahramanmaras, Mersin and Osmaniye) were observed between 1970-2018. Frequency analyzes of SPEI values of 1, 3, 6, 9 and 12 months were calculated for each station. Monthly (1, 3, 6, 9 and 12 months) frequency values between the distribution of ear and wetlands is intended to make a comparison. Comparisons were made on how long the SPEI values were found in drought classes and on this availability.
As a result, the data obtained from all stations in the Mediterranean region are between mild dry and near to normal. Mersin has the maximum value both in near to normal and dry conditions. When the minimum values are considered, Adana has the least percentage values in both wetness and dryness conditions compared to other stations.

8.Determination of accident black spots by using network screening and K-means clustering methods: a case study on D100 highway in Istanbul
Abdullah Maltaş, Halit Özen, Abdulsamet Saraçoğlu
doi: 10.5505/pajes.2018.77012  Pages 672 - 682
Trafik kazaları; ölüm, yaralanma ve maddi hasarların yanı sıra trafik tıkanıklıkları, yol güvenliğinde azalma, gürültü ve hava kirliliği gibi olumsuzluklara da neden olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2015 Küresel Yol Güvenliği Durum Raporu’na göre, trafik kazalarında yaralanma sonrası ölümlerin 2030 yılına kadar tüm ölüm nedenleri arasında yedinci sıraya yükseleceği öngörülmektedir. Bunun yanında, özellikle ülkemizin de yer aldığı gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, ülke ekonomilerinde trafik kazalarından dolayı büyük miktarlarda ekonomik kayıplar da yaşanmaktadır. Trafik kazalarının azaltılması amacıyla, trafikte denetimlerin artırılması, yoldan kaynaklı kusurların giderilmesi, araç muayenelerinin sıklaştırılması, kaza önleme mekanizmalarının geliştirilmesi gibi çeşitli tedbirler alınmaktadır. Kazaların gerek şiddetinin gerekse sayısının azaltılmasında kaza kara noktaları olarak adlandırılan, trafik kazalarının yoğun bir şekilde yaşandığı kesimlerin tespiti ve iyileştirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Bu çalışmada, Coğrafi Bilgi Sistemleri’nden (CBS) yararlanılarak ağ tarama yöntemleri aracılığı ile kaza kara noktalarının tespiti yapılmakta ve bu yöntemlerin olumlu ve olumsuz yönlerinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu amaçla, İstanbul D100 karayolunda, basit sıralama, hücre kaydırma ve maksimum nokta arama yöntemleri kullanılarak kavşak ve yol kesimleri ayrı ayrı sıralanmış ve kaza kara noktaları K-ortalama kümeleme yöntemi kullanılarak belirlenmiştir.
Traffic accidents cause fatality, injury and property damage, as well as traffic congestion, road safety, noise, air pollution, and so on. According to Global Status Report on Road Safety published by World Health Organization (WHO) in 2015, deaths after traffic injuries are predicted to become the seventh leading cause of death by 2030. Besides, economic losses are occurred in large quantities in the developing economies like our country, due to traffic accidents. Various precautions are taken to reduce traffic accidents, such as increasing the number of traffic controls, eliminating road-related defects, increasing the frequency of vehicle inspections, and developing accident prevention mechanisms. In order to reduce the severity and the number of accidents, it has importance to identify and improve the zones called accident black spots where traffic accidents have occurred frequently.
In this study, it is aimed to determine accident black spots by using Geographical Information Systems (GIS) and network screening methods and reveal the positive and negative aspects of these methods. For this purpose, the intersections and road segments at İstanbul D100 highway were sorted separately using simple ranking, sliding window and peak searching methods and accident black spots are determined using the K-means clustering method.

9.Evaluating solid waste landfill site selection using multi-criteria decision analysis and geographic information systems in the city of Elazığ, Turkey
Murat Çeliker, Osman Yıldız, Nilüfer Nacar Koçer
doi: 10.5505/pajes.2018.70493  Pages 683 - 691
Katı atık depolama sahası seçimi nispeten karmaşık bir süreçtir ve çeşitli kriterlere ve resmi düzenlemelere bağlıdır. Bu çalışmada, Elazığ ilinde için katı atık depolama sahası seçiminin uygunluğu, Çok Ölçütlü Karar Analizi (MCDA) ve Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ile belirlenmiştir. Bu amaçla, dokuz farklı kriter göz önünde bulundurulurak MCDA ile göreli önem dereceleri tanımlanmakta ve her bir kriter için şematik haritalar CBS uygulamaları ile hazırlanmıştır. Çalışma alanı için son depolama sahası uygunluk haritası, ArcGIS 9.3'ün yer paylaşımı analiz aracı ile elde edilmiştir. Çalışma sonuçları, seçilen saha için dolgu uygunluk indeksi değerlerinin 2.64 ile 6.10 arasında olduğunu ortaya koymuştur. Depolama sahasının önemli bir kısmı, seçilen alanın katı atık düzenli depolama için uygun olduğunu ima eden nispeten düşük endeks değerlerine sahiptir.
Solid waste landfill site selection is a relatively complex process and depends on several criteria and official regulations. In this study, the suitability of solid waste landfill site selection for the city of Elazığ, Turkey, was determined by Multi-Criteria Decision Analysis (MCDA) and Geographic Information Systems (GIS). For this purpose, nine different criteria were taken into consideration and their degrees of relative importance were defined via MCDA and the schematic maps for each criterion were prepared with GIS applications. The final landfill site suitability map for the study area was obtained by the overlay analysis tool of ArcGIS 9.3. The study results reveal that the landfill suitability index values for the selected site range between 2.64 and 6.10. The major part of the landfill site has relatively low index values implying that the selected site is suitable for solid waste landfill.

10.Life Cycle Assessment for Municipal Waste Management: Analysis for Bursa
Güray Salihoğlu, Zehra Poroy, Nezih Kamil Salihoğlu
doi: 10.5505/pajes.2018.33603  Pages 692 - 699
Bursa kentinde uygulanan katı atık yönetim modeli, kentin atık yönetim ihtiyaçlarına yanıt verirken, her faaliyet gibi aynı zamanda çevre üzerinde bir yük oluşturmaktadır. Bu çalışmada Bursa’da kentsel katı atık yönetiminden kaynaklanan çevresel yükün analiz edilmesi ve bu yükü azaltmak için yapılması gerekenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında çevresel yük, yaşam döngüsü değerlendirmesi (YDD) ve deponi gazı etki modellemesi ile analiz edilmiştir. Uygulanan YDD sürecinde kentsel katı atığın yönetimi boyunca izlediği toplama, taşıma, aktarma istasyonuna iletilme, düzenli depolama alanında depolanma ve oluşan gazdan enerji eldesi süreçleri sistem sınırlarına dahil edilmiştir. YDD çalışması için SimaPro 8.5.0 yazılımı, deponi gazının değerlendirilmesi için EPA LandGem Modeli kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda Bursa’da bir yılda deponi gazından enerji üretim tesisiyle azaltılan toplam emisyonun yaklaşık 0,5 milyon ton karbondioksit eşdeğeri düzeyinde, bir yılda depolama yoluyla bertaraf edilen kentsel atığın küresel ısınmaya katkısının ise yaklaşık 44 milyon ton CO2 eşdeğeri düzeyinde olduğu görülmüştür. Katı atık yönetiminin kirli sis (smog) oluşumuna katkısı yaklaşık 55 milyon ton O3 eşdeğeri, ozon tabakasındaki incelmeye katkısı 647 kg CFC-11 eşdeğeri, kanserojen madde oluşumuna katkısı 22,5 CTUh ve solunum etkisi 1732 ton PM10 eşdeğeri olarak hesaplanmıştır.
While the solid waste management model applied in the city of Bursa responds to the waste management needs of the city, it creates a burden on the environment at the same time like every activity. The purpose of this study was to analyze the environmental burden arising from municipal waste management in Bursa and to determine the necessary steps to be taken to reduce this burden. Environmental burden was analyzed by using life cycle assessment (LCA) approach and landfill gas impact modeling. The steps that municipal waste is subjected to throughout its life, namely collection and transport, transport to transfer station, landfilling, energy conversion from landfill gas were included into the system boundaries in LCA. SimaPro 8.5.0 software was used for the LCA study, and EPA LandGem model was employed for the assessment of the impact by landfill gas. The findings of the study showed that the emissions reduced by the landfill gas to energy plant in one year is approximately 0.5 million ton CO2 equivalent, and the contribution of municipal waste managed with landfilling as the main method to the global warming in one year is approximately 44 million ton CO2 equivalent. The approximate contribution of municipal landfilled to smog formation was calculated as 55 million ton O3 equivalent, to depletion of ozone layer as 647 kg CFC-11 equivalent, to carcinogenic substance formation as 22.5 CTUh, and to inhalation impact as 1732 ton PM10 equivalent.

11.Recovery of Nitrogen And Phosphorus In Sewage Sludge by Pulsed Electrical Field Technique and Strüvite Production
Özlem Selçuk Kuşçu
doi: 10.5505/pajes.2018.41524  Pages 700 - 704
Biyolojik arıtma çamurları organik madde, azot ve fosfor içeriği yönünden zengin bir kaynaktır. Bu nedenle tarımda kullanımı oldukça önemlidir. Magnezyum amonyum fosfat (MAP) çöktürmesi sonucu elde edilen strüvit, endüstriyel hammadde ve tarımsal gübre olarak kullanım için uygundur. Arıtma çamurlarından azot ve fosfor geri kazanımı için kullanılan yöntemlerin başında asidik şartlarda azot ve fosforun sıvı faza geçirilmesi gelmekte ve akabinde MAP çökelmesi ile strüvit elde edilmesi sağlanmaktadır. Bu yöntem için en büyük sorun asidifikasyon işlemi ile sıvı faza geçen ağır metallarin strüvite bağlanmasıdır.
Çalışmamızda yeni bir çamur dezentegrasyon yöntemi darbeli elektrik alan (PEF) tekniği ile evsel nitelikteki biyolojik atık çamurdan azot ve fosfor geri kazanımı gerçekleştirilmiştir. Çalışma iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama; biyolojik atık çamurdaki azot ve fosforun kimyasal eklemeden PEF tekniği ile geri kazanımı. İkinci aşama ise PEF ön arıtımı sonrası sıvı fazda elde edilen yüksek azot ve fosfordan MAP çöktürmesi ile strüvit elde edilmesi şeklindedir. MAP çökeltim testlerinde optimum sıcaklık, pH ve çökelme süresi sırasıyla 20 oC, 9,5 ve 24 saat olarak belirlenmiştir. En iyi çökelme ve giderim verimi 2,5 ml MgCl2.6H2O (0,015 M) ve 2,5 ml H3PO4 (0,049M) eklenmiş örnekte elde edildi. Çökeltim sonrası TN ve TP giderim verimleri sırasıyla % 52 ve % 14’dür. Çökeltim sonrası kristal yapılı çökelti oluşumu gözlenmiş ve XRD analizi sonucunda bu çökeltinin strüvit olduğu tespit edilmiştir.
Sewage sludge is a rich source of organic matter, nitrogen and phosphorus content. For this reason, its use in agriculture is very important. Strüvite obtained as a result of magnesium ammonium phosphate (MAP) settlement is suitable for use as industrial raw material and agricultural fertilizer. At the beginning of the methods used for the recovery of nitrogen and phosphorus from sludge, nitrogen and phosphorus are introduced into liquid phase under acidic conditions. Then the struvite is obtained by MAP precipitation.
The biggest problem for this method is the bonding of heavy metals passing liquid phase by acidification to struvite.In our work, a new sludge disintegration method, pulsed electric field (PEF) technique, has been used to recover nitrogen and phosphorus from the domestic biological waste sludge. The study consists of two phases. In the first stage, nitrogen and phosphorus from biological waste sludge are recovered without the addition of chemical by PEF technique. In the second stage, the strüvite is obtained by MAP precipitation from liquid phase with high nitrogen and phosphore content. The optimum temperature, pH and precipitation time were determined as 20 oC, 9.5 and 24 hours, respectively for the formation of strüvite in the MAP precipitation tests. The best precipitate and removal efficiency was obtained to the sample with 2.5 ml of MgCl2.6H2O (0.015 M) and 2.5 ml of H3PO4 (0.049M). TN and TP removal efficiencies were obtained as 52% and 14% after precipitation. After sedimentation, crystalline precipitate formation was observed and XRD analysis revealed that this precipitate was struvite.

12.Atrazine treatment with heterogeneous Photo-Fenton like oxidation using statically approach
Ebru Cokay
doi: 10.5505/pajes.2018.20633  Pages 705 - 710
Atrazin (ATZ) triazin herbisit olup tarım arazileri üzerindeki kontrol bitkileri için kullanılmaktadır. Endokrin bozucu bir pestisit olarak sınıflandırılmaktadır. ATZ, yarı ömrnün uzun olması, güneş ışığı ve mikroorganizma ile parçalanması yavaş olması nedeni ile nedeniyle su ve toprakta kalıcıdır. Heterojen Fenton prosesi ile kirletici maddelerin hidroksil radikali ile oksitlenmesi ve adsorpsiyonu mümkün olup atrazinin parçalanması için etkili bir yöntemdir. Hidroksil radikal oluşumu hidrojen peroksit ve manyetit kullanımı ile artırılabilmektedir. Bu çalışmada atrazini giderebilmek için heterojen Foto-Fenton benzeri oksidasyon yöntemi uygulanmıştır. İstatiksel yöntemi olan yüzey yanıt yönteminde; atrazin, hidrojen peroksit ve manyetit konsantrasyonlarının bağımsız değişkenlerin atrazin giderme verimi üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Atrazinin tamamen parçalanması bir saatlik reaksiyon süresinde gerçekleştirilmiştir. Optimum H2O2/Manyetit/ATZ oranı 10/5/0.7 olarak belirlenmiştir ve optimum oranda atrazin giderme verimi % 97.5 olarak elde edilmiştir.
Atrazine (ATZ) which is a triazine herbicide can be used for the control weeds on agricultural land and it is classified as an endocrine disrupting pesticide. ATZ is persistent in water and soil due to its half-life and slow degradation by means of sunlight and microorganism. The heterogeneous Fenton process is an effective technique for degrading atrazine because of the oxidation and adsorption of pollutants by hydroxyl radical. The hydroxyl radical formation has been accelerated by addition of hydrogen peroxide and magnetite. heterogeneous Photo-Fenton like oxidation were executed to remove atrazine in this study. Effects of independent variables namely the concentrations of atrazine, hydrogen peroxide and magnetite on atrazine removal efficiency were investigated by using the surface response analysis. Atrazine degradation was completely achieved with an hour. Optimal H2O2/Magnetite/ATZ ratio resulting by optimum atrazine removal efficiency (97.5%) was determined as 10/5/0.7, respectively.

13.Analyses of Meteorological Drought and its Impacts on Groundwater Fluctuations, a Case Study: Marand Plain (Iran)
Behnam Khorrami, Orhan Gunduz
doi: 10.5505/pajes.2019.63600  Pages 711 - 717
Meteorolojik kuraklık, spesifik bir kuraklık türü olarak, bir bölgede yağışın uzun vadeli ortalamalardan daha az olması durumunda ortaya çıkmaktadır. Yeraltı sularında gözlemlenen bu olayın tehlikeli etkilerinden biri, kuraklıklara tepki olarak su seviyesinin düşmesidir. Bu çalışmada, iklimsel ve yeraltı suyu verileri, aralarındaki muhtemel ilişkiyi anlamak için son yıllarda kuzeybatı İran’da Marand ovasında yer alan eğilimlerini analiz etmek için kullanılmıştır. Buna göre, ilk olarak yeraltı suyu seviyesi verileri analiz edilmiş ve zamansal eğilimleri çıkarılmıştır. Daha sonra bölgenin iklimsel durumunu anlamak için Ombrotermik diyagramı kullanılmıştır. Son olarak kuraklık indeksi (SPI) ile kuraklık analizleri yapılmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, yeraltı suyu seviyesinin hem aylık hem de yıllık değişimlerinde azalış eğilimi tespit edilmiştir. Ayrıca, bölgede Mayıs ve Ekim ayları arasındaki periyodun kurak geçtiği ve bölgenin kısmen kuru bir iklime sahip olduğu da tespit edilmiştir. SPI değerleri bölgenin 2001 ve 2002 yıllarında ve genel olarak Temmuz ve Haziran ayları arasında oldukça kurak dönemler geçirdiğini göstermiştir. Yeraltı suyu seviyesi ve SPI değerlerinin ortak analizi, kuraklığın etkilerinin yeraltı suyu seviyesi değişikliklerinde belirgin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Buna göre, bölgenin yeraltı suyu değişimlerinin çoğunlukla aylık kuraklıklarla ilişkili olduğu ve su seviyesinin beklenen şekilde ıslak ve kurak aylara tepki verdiği tespit edilmiştir. Ancak, aynı zamanda, çalışma alanının yeraltı suyu seviyesindeki yıllık değişikliklerinin, kuraklık dönemleriyle doğrudan ilişkili olmadığı ve bu olguda diğer faktörlerin de etkili olabileceği ortaya koymuştur.
Meteorological drought is one specific type of drought that occurs when precipitation is less than the long-term averages in a particular area. One of the hazardous impacts of this phenomenon observed on subsurface waters is the decline of water level. In this study, the climatic and groundwater data were used to analyze their trends in Marand plain over the past decades to understand the likely relationship between them. To achieve this objective, groundwater level data were first analyzed and its temporal trends were extracted. Then, climatic condition of the region was studied using Ombrothermic diagram. Finally, drought analyses were conducted through drought index (SPI). Based on the results of the study, a descending trend were detected in both monthly and annual fluctuations of groundwater level. It’s also found that the region had a partially dry climate with a period of dry months between May and October. The SPI values showed extremely dry periods in 2001 and 2002 and months of July and June during the study period. The joint analysis of groundwater level and SPI values revealed that the impacts of drought were evident on groundwater level changes. Accordingly, the region’s groundwater fluctuations found to be mostly under the control of monthly droughts where water level responds to wet and dry months in an expected manner. However, it’s also found that the yearly changes in groundwater level of the study area were not directly correlated to drought periods, suggesting that other factors might be effective in this phenomena.

14.Models and ADM1 for stabilized sewage sludge by anaerobic digestion process
Murat Mert Otuzaltı, Nuriye Altınay Perendeci
doi: 10.5505/pajes.2018.53011  Pages 718 - 733
Arıtma çamurlarının stabilizasyonunda kullanılan ve net enerji üretimi ile ön plana çıkan anaerobik çürütme proseslerinin modellenmesi konusunda literatürdeki mevcut çalışmalar proses ve model kompleksliği nedeniyle oldukça sınırlı sayıdadır. Güvenilir dinamik modellenme yaklaşımları; prosesin izlenmesi, proses dinamiğindeki temel mekanizmaların daha iyi anlaşılması ve tanımlaması ile proses davranışının tahmin edilmesine, kontrol algoritmalarının geliştirilmesine ve dizaynın kolaylıkla yapılmasına yönelik önemli bilgiler sunmaktadır.
Bu çalışmada; arıtma çamurlarının anaerobik çürütülmesi ile stabilizasyonu ve anaerobik çürütme prosesinin modellenmesinde kullanılan basit substrat karakterizasyon modelleri, ara substrat karakterizasyon modelleri ve ileri düzey substrat karakterizasyon modelleri tanıtılmıştır. Son olarak, Anaerobik Çürütme Modeli (ADM1), ADM1 uygulamaları ve modifikasyonları ve arıtma çamurlarının ADM1 ile modellenmesi konusunda literatürde mevcut çalışmalar detaylı olarak incelenmiştir.
Due to the process and model complexity, number of available modelling studies in literature related to anaerobic processes used for the stabilization of sewage sludge are limited. Reliable dynamic modelling approaches provides important information about monitoring the process, prediction of process behavior by better understanding and defining mechanisms of process dynamic, developing the control algorithms and designing easily.
In this study, basic substrate characterization models, secondary substrate characterization models and advanced level substrate characterization models are introduced which are used in modelling of stabilization of sewage sludge via anaerobic digestion along with the process of anaerobic digestion. Finally, available studies in the literature are summarized in detail related to Anaerobic Digestion Model (ADM1), ADM1 applications and modifications and modelling of sewage sludge via ADM1.

15.Current status of agricultural pesticide pollution in Turkey and evaluation of alternative control methods
Fatma Nihan Doğan, Mahmut Ekrem Karpuzcu
doi: 10.5505/pajes.2018.53189  Pages 734 - 747
Pestisitler, yeterli miktarda ve kalitede tarımsal üretim gerçekleştirmek için modern tarımının vazgeçilmezi olmuşlardır. Kontrolsüz ve aşırı pestisit kullanımı, doğal kaynaklar, insanlar ve diğer canlılar için tehlike oluşturmaktadır. Özellikle su kaynaklarındaki pestisit kirliliğinin kontrolü için, pestisit kullanım ve satışına dair verilerin sağlıklı tutulması, pestisit uygulaması birlikte pestisitlerin taşınım ve dönüşüm mekanizmalarının bilinmesi, izleme çalışmaları ile pestisit varlığının tespit edilmesi gerekmektedir. Matematiksel modeller vasıtası ile de pestisit kirliğinin yönetiminde zaman ve ekonomik açıdan tasarruf sağlanabilecektir. Ayrıca En İyi Yönetim Uygulamaları (EİYU) gibi doğal arıtım yöntemlerinin ve alternatif kontrol tedbirlerinin havzada uygulanabilirliği araştıralabilecektir. Bazı çalışmalarda EİYU kapsamında uygulanan bitkilendirilmiş filtre şeritler ile su kaynaklarında %40 üzerinde pestisit giderimi sağlandığı görülmüştür. EİYU’ların verimliliğini araştırmak için karar destek sistemleri (KDS) önemli bir araç olup, pestisit türlerine ve havza yapısına göre giderim oranları değişmektedir. Bir metre uzunluğundaki bir bitkilendirilmiş şerit uygulamasının etkinliğini KDS ile ölçen bir çalışmada Kaliforniya’daki domates tarlalarında %40-60 oranında pestisit giderimi sağlanırken aynı uygulama Oregon’daki buğday tarlalarında %15-20 oranında giderim sağlamaktadır. Bu tarz çalışmaların ulusal düzeyde artması ile yoğun pestisit kullanımı olan tarımsal havzalarda pestisit kirliliğinin kontrolü kolaylaşacak, alınabilecek tedbirler kolayca belirlenebilecektir.
Pesticide use is essential for sufficient quality and quantity production in modern agriculture. Uncontrolled and excessive pesticide use poses serious danger for human health, other living things and natural resources. It is necessary to keep track of pesticide sale and consumption data, to determine pesticide fate and transport mechanisms in the environment after application and monitoring pesticides in water sources for sustain efficient pesticide pollution control. Mathematical models are useful for the pesticide pollution control by time and money saving. It will also possible to investigate the applicability of natural treatment and alternative control methods in the basins such as Best Management Practices (BMP). As mentioned in this study, vegetated filter strip application as BMP reduces pesticide load over 40% in water sources. Decision Support Systems (DSS) are promising tool for assess the efficiency of BMPs. DSS are able to predict pesticide concentrations in the watershed that depends on pesticide types and watershed properties. In a DSS study, 1 meter vegetated filter strip application in tomato fields removes 40-60% pesticide concentration in receiving water bodies while reduces 15-20% pesticide pollution in the wheat fields in Oregon. With the increase of such studies at the national level, the control of pesticide pollution in agricultural basins with intensive pesticide use will be easier.

16.Organic Hydrogeochemical Evidences of Hasanoğlan (Ankara) Petroleum System
Adil Özdemir
doi: 10.5505/pajes.2018.12316  Pages 748 - 763
Bu makale, Hasanoğlan (Ankara) bölgesinin organik hidrojeokimyasal, iyot jeolojisi ve tektonik özellikleri incelenerek bölgenin petrol ve doğalgaz potansiyelinin değerlendirilmesine yönelik bir çalışmadır. Çalışma, üç aşamada yürütülmüştür. Birinci aşamada, bölgenin stratigrafik ve tektonik ilişkilerini konu alan öncel çalışmalar incelenmiştir. Böylece, organik hidrojeokimyasal ve jeofizik değerlendirmeler için gerekli olan veriler derlenmiştir. İkinci aşamada, manyetik ve bölgesel gravite haritaları hazırlanarak çalışma alanındaki tektonik yapıların özellikleri incelenmiş ve olası petrol kapanı belirlenmiştir. Son aşamada ise, elde edilen tüm veriler birlikte yorumlanarak Hasanoğlan bölgesinin petrol ve doğalgaz potansiyeli değerlendirilmiştir. Bölgedeki su kaynaklarından alınan su numunelerinde yapılan TPH (Toplam Petrol Hidrokarbonları) analizlerinde, n-alkan hidrokarbonlar tespit edilmiştir. Su numunelerindeki n-alkanların tamamı, ham petrol (petrojenik) hidrokarbonlardır. Olgun petrol hidrokarbonları içeren ve iyotça zengin suların varlığı nedeniyle, bölge yüksek petrol ve doğalgaz potansiyeline sahiptir.
This article is a study to evaluate the oil and natural gas potential of the region by investigating the organic hydrogeochemical, iodine geology and tectonic characteristics of Hasanoğlan (Ankara) region. The study was conducted in three steps. In the first step, preliminary studies on the stratigraphic and tectonic relations of the region have been examined. Thus, the data required for organic hydrogeochemical and geophysical evaluations are compiled. In the second step, aeromagnetic and regional gravity maps were prepared and the possible oil trap and characteristics of the tectonic structures in the study area were determined. In the last step, all data are evaluated and oil and gas potential of Hasanoğlan region is interpreted. TPH (Total Petroleum Hydrocarbons) analysis results of water samples showed n-alkane hydrocarbons. All n-alkanes in water samples are crude oil (petrogenic) hydrocarbons. Due to the presence of mature petroleum hydrocarbons and iodine-rich waters, the region has high oil and gas potential.

17.Performance of granular soils reinforced with obsidian (volcanic glass) additives in different proportions subjected to freeze-thaw
Necmi Yarbaşı
doi: 10.5505/pajes.2019.39049  Pages 764 - 767
Zeminlerin zayıf mühendislik özelliklerini artırmak için doğal malzemelerin kullanımı günümüzde daha yaygın hale gelmiştir. Bu durumun temel sebeplerini ekonomi, sürdürülebilirlik ve çevresel etki oluşturmaktadır. Bu çalışmada özellikle, Doğu Anadolu Bölgesinde yayılım gösteren volkanik bir kayaç olan obsidiyenin (volkanik cam) özellikle taneli zeminlerin iyileştirilmesi ve donma-çözülme olaylarının sıkça yaşandığı bölgelerdeki mühendislik yapılarının temel ve alt temel uygulamalarında kullanılabilirliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Taneli zemine, %5, %10 ve %15 oranlarında öğütülmüş obsidiyen ilave edilerek elde edilen numunelerin donma-çözülme öncesi ve sonrası serbest basınç mukavemetleri belirlenmiştir. Deneyler standart proktor enerjisi altında sıkıştırılması ile hazırlanan taneli zemin numuneleri üzerinden yürütülmüştür. En yüksek serbest basınç mukavemetin elde edildiği 28 günlük kür sonunda, taneli zemin+%5 Obsidiyen karışımı, ana malzeme olan taneli zemin ile karşılaştırıldığında donma-çözülme öncesi %63.50, donma-çözülme sonrası ise %52.62 oranında mukavemet artışı meydana gelmiştir. Sonuç olarak, en yüksek mukavemet artışlarının elde edildiği taneli zemin+5% obsidiyen karışımının özellikle soğuk iklim bölgelerinde kullanılabileceği kanaatine varılmıştır.
The use of natural materials to increase the poor engineering properties of soils has become more common today. The main reasons of this situation are the economy, sustainability and environental impact. The aim of this study is to determine the usability of the obsidian, which is a volcanic rock that is spreading mostly in the Eastern Anatolia Region, on the soils and foundation strenghtening in the areas where the freeze-thaw events are frequently experienced.
5%, 10% and 15% pulverized obsidian were added to the granular soil and unconfined compressive strengths were determined before and after freezing. Experiments were carried out on granular soil samples prepared by compression under standard proctor energy. At the end of the 28 day curing period where the highest unconfined compressive strength was obtained, the granular soil + 5% Obsidian mixture increased 63.50% before the freeze-thawing and% 52.62 after freezing-thawing compared to the granular soil which is the main material. As a result, it was concluded that the highest strength increase of granular soil+ 5% obsidian mixture can be used especially in cold climatic zones.

18.Investigation of Arias Intensity for Ankara and Surroundings
Koray Ulamış
doi: 10.5505/pajes.2018.07992  Pages 768 - 774
Kuvvetli yer hareketi incelemelerinde genlik, en büyük yatay yer ivmesi ile spektral parametreler sismik açıdan tehlikeli alanlarda yapı dizaynında kullanılan temel bileşenlerdir. Bu çalışmada, bir çok aktif fayın kesişme noktasında yer alan Ankara çevresindeki ivme kayıtları derlenerek, sıvılaşma ve sismik şev duraylılığında da kullanılan Arias şiddetinin değişimi incelenmiştir. Büyüklüğü 4.0’den büyük olan deprem kayıtları incelenerek, özellikle odak noktası Ankara şehir merkezine en yakın olan 27 Aralık 2007 Bala depremi kayıtları dikkate alınmıştır. Bu depremin ana şoku Ankara ilinin batısında, yeni yerleşimlerin bulunduğu yerlerde yoğun şekilde hissedilmiştir. Ayrıca; Afyon-Dinar (1995) ile Çay (2002) depremleri, Düzce (12 Kasım 1999) depremi, Çankırı-Orta (2002) depremi ve Eskişehir’ de 2014 ve 2015 yıllarında kaydedilmiş olan iki adet deprem incelenerek çalışmanın kapsamına alınmıştır. Kuvvetli yer hareketi incelemelerinde, özellikle depremin toplam süresi ve frekans içeriğinin dikkate alındığı Arias şiddetinin kayıtçılardaki zamana bağlı değişimi hesaplanarak enerji boşalım süreleri belirlenmiştir. Kaya ve zemin için geliştirilen eşitliklerin farklı fay türlerine göre gerilme azaltma değerleri de değerlendirilerek, Ankara ve yakın çevresi için dizayn Arias şiddeti belirlenmiştir. Ankara’ya 50 km ve 100 km mesafede oluşacak bir depremde en yüksek Arias şiddeti 0.2 m/s ve 0.1 m/s elde edilmiştir. Elde edilen değerlerin sıvılaşma ve sismik şev duraylılığı çalışmalarında kullanılması için daha detaylı çalışmalar yapılmalıdır.
The amplitude, peak ground acceleration and spectral ordinates are the main components of strong ground motion investigation for design within seismic regions. In this study, variation of Arias intensity as used for liquefaction and seismic slope stability was extracted from the acceleration records for the city of Ankara, whicih is located at the conjunction of several active faults. The study included the earthquake records with magnitudes greater than 4.0 with particular emphasis on December 27th 2007 Bala earthquake, since the epicenter of such earthquake is closest to Ankara. The mainshock of Bala earthquake was felt strongly around western Ankara, especially nearby new residential areas. Earthquakes of Afyon-Dinar (1995), Çay (2002), Düzce (November 12 1999), Çankırı-Orta (2002) and two earthquakes recorded at 2014 and 2015 within Eskişehir city were also included. Arias intensity includes the total duration and frequency content of earthquake when compared to peak ground acceleration. The variation of Arias intensity was calculated in order to determine the main energy release durations. Attenuation of Arias intensity was obtained based on the distance between the study area and recorder stations. The design Arias intensity value for central Ankara was attained including the stress drop for different fault types for rock and soil conditions. Peak Arias Intensities for 50 km and 100 km around Ankara are 0.2 m/s and 0.1 m/s. More detailed studies should be implemented to employ such values for liquefaction and seismic slope stability.

19.Determination of seismic P and S wave velocity structure of crust in central Anatolia
İbrahim Hakan Demirsıkan, Şakir Şahin, Erdinç Öksüm
doi: 10.5505/pajes.2018.45548  Pages 775 - 784
Bu çalışmada, Orta Anadolu’da yerel depremlerin varış zamanlarından hareketle Poisson oranı Tomografisi metodu kullanılarak üç boyutlu (3-B) hız yapısını belirlenmiştir. Bu çerçevede, toplam 27.141 adet depreme ait 109.740 adet P dalgası ve 102.934 adet S dalgası varış zamanı verisi kullanılmıştır. Depremler Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’ne (KRDAE) bağlı Ulusal Pasif Hareket Sismik Ağı’na bağlı istasyonlar tarafından kaydedilmiştir. İnceleme alanında bulunan deprem istasyonları ve deprem merkez üssü dağılımı, elde edilen Vp ve Vs hız dağılımının 40 km’ye kadar güvenilir sonuç verdiğini göstermektedir. Dama tahtası (Checkerboard) çözünürlük testi ve ışın yolu dağılımları bu durumu doğrulamaktadır. Tomografik sonuçlar, Orta Anadolu’da kabuk ve üst mantoda yanal heterojenliklerin varlığına işaret etmektedir. Depremlerin bölgedeki karmaşık tektonik ve jeolojik yapıdan dolayı genel olarak sismik hızın düştüğü alanlarda oluştuğu dikkati çekmektedir. Düşük veya yüksek hız değerlerine sahip olan tüm bölgelerin gerilme enerjisi birikimi için potansiyel alanlar olduğunu görülmektedir. Elde edilen Vp ve Vs modelleri, Orta Anadolu'daki mevcut sismotektonik yapıyı net bir şekilde ortaya koymaktadır.
In this study, the three-dimensional (3-D) velocity structure was determined by Poisson ratio Tomography method based on the arrival time of local earthquakes in Central Anatolia. For this purpose, total 27,141 earthquakes’ 109,740 P waves and 102,934 S wave arrival times data were used. Earthquakes were recorded by stations related to the National Passive Motion Seismic Network connected of Bogazici University, Kandilli Observatory and Earthquake Research Institute (KOERI). The earthquake stations in the study area and the earthquake epicenter distribution show that the Vp and Vs velocity distribution yielded reliable results up to 40 km. Checkerboard resolution test and ray path distributions confirm this situation. Tomographic results indicate the presence of lateral heterogeneities in the crust and upper mantle in Central Anatolia. It is seen that the earthquakes occurred in areas where the seismic velocity in general is decreased due to the complex tectonic and geological structure in the region. It is seen that all regions with low or high velocity values have potential areas for stress tensor energy accumulation. Obtained Vp and Vs models clearly show the existing seismotectonic structure in Central Anatolia.

20.Determination of linear features of Elazığ province and surrounding by applying boundary analyzing techniques to gravity data
Fatma Figen Altınoğlu
doi: 10.5505/pajes.2018.50469  Pages 785 - 793
Gömülü yeraltı yapılarının yerlerinin ve sınırlarının belirlenmesi, yerbilimlerinde önemli bir problemdir. Sınır belirleme yöntemleri olarak bilinen birçok süzgeç, potansiyel alan verileri uygulamalarında kullanılmaktadır. Bu çalışmada, önce yapay olarak oluşturulan yeraltı modeline süzgeçler uygulanmıştır. Elde edilen sonuçların yorumlanmasıyla, yöntemlerin becerisi tartışılmıştır. Gerçek arazi verisi uygulamasında, Doğu Anadolu bölgesinde yer alan, Elazığ ili ve çevresini içine alan bölgenin, Bouguer gravite anomali verisine sınır belirleme yöntemlerinin uygulanmasıyla, bölgedeki ana faylar ve fay sistemleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bölgenin hakim tektonik yapıları olan Doğu Anadolu fayı ve Güney Doğu Anadolu fayı başarılı bir şekilde belirlenmiştir. Bunun yanında çalışma alanının kuzey kesiminde Elazığ ili ve Elazığ-Pertek-Akpazar arasında yaklaşık D-B ve GB-KD uzanımlı çizgisellikler belirlenmiştir.
Defining the location and boundary of the buried features is an important task in earth science. Many filters, known as edge detection methods, are used in potential field data applications. In this study, the filters were firstly applied to a synthetically generated model. The result maps obtained by using the methods to the gravity anomaly of the model were compared and the skill of the methods were discussed. In the real data application, main faults and fault systems in the region have been tried to be determined by applying the boundary detection methods to the Bouguer gravity anomaly data of Elazığ province and its surroundings in Eastern Anatolia region. The East Anatolian fault and the South East Anatolian fault, which are the dominant tectonic structures of the region, have been successfully determined. In addition to this, approximately E-W and SW-NE extensional lineaments were determined between Elazığ province and Elazığ-Pertek-Akpazar in the northern part of the study area.

LookUs & Online Makale